Çocukların ulaşamayacağı yerlere saklayarak
hüzünlerimi susuyorum. Gümüşhane’yi
gölgelendiren elma bahçelerinden eser yok şimdi. Şehirleşmenin yuttuğu bahçeler
birkaç fotoğrafta o eski günlerin hatırasını yaşatıyor. Gri bir hüzün dokunuyor
cidarlarıma, kimsesiz, yetim bir hüzün… Acılar bazen ışıksız bir kafese
kilitler kendini anahtarları anılarda kalan bir kafese. Böyle bir haleti ruhiye
içerisinde mazinin elma bahçelerini yâd ediyorum.
Şimdi ciğerlerim çocukluk yıllarımda içine
çektiği o kokuyu özlediğini söylüyor, yazık ki, o koku artık yok bu şehirde…
Elma bahçelerinin kokusu. Bir melal dolaşıyor damarlarımda. Büyümek mi kedere
saldı bizi yoksa kederler mi büyüttü bilemiyorum. Birey olarak, toplum olarak
modernizme karşı durma şansımız olmadı, olamazdı. Mazinin hatıraları gam bulutu
üzerimizde.
Zaman hızla akıyor, hızlı ve baş döndürücü bir şekilde
akan da bizatihi hayatın ta kendisi… Zaman hayatımızı ve elma bahçelerini
yutan kara delik gibi. Bu geçen zaman içerisinde çok şey kaybettik. En kötüsü mazide
yaşayan elma bahçeleriyle anılan Gümüşhane’yi kaybettik. Düşlere sirayet eden binlerce
korku. Ayağımızın altından kayan zemin. Gözlerimizden süzülen bir şehir.
Günler boyu rakseden umutlar üzerine kurulmuş bir
hayatı yaşarken elma bahçeleri arasında zamanın bu kadar çabuk akıp gideceğini
düşünemezdik. Elma bahçelerinin sakladığı anılar, elma ağaçlarının şahit olduğu
aşklar, hepsi kesilip yok oldu, bahçeler beton kulelere dönüştü. Elma
ağaçlarının altında saklambaç oynarken yumduk gözlerimizi sağım solum sobe
deyip gözlerimizi açtığımızda bir kabustu yaşadığımız. ‘Elma dersem çık, armut
dersem çıkma’ nidaları arasında bahçelerden beton heyulalar yükselmişti. Cellât beton, elma bahçelerini tam on ikiden
vurdu.
Cennette tuba ağacı neyse Gümüşhane’de elma
ağacı o idi. Ama kalmadı, yoktu işte yana yakıla, pürtelâş aradığımız o elma
ağaçları, mazinin tozlu raflarında kaybolmuş, hepsi uçup gitmişti. İşte böyle... Düşlerimize tutunmamıza yardım eden,
dallarında düş ve gerçeğin dans ettiği, o elma ağaçlarının küllerini bile
bulmak zor. Hani o tekerlemedeki gibi “yandı bitti kül oldu.” Bir zamanlar
sokağımızda, evimizin bahçesinde, Gümüşhane’nin her tarafındaki bu ağaçlar bu
gün artık düşlerimizde. Düşler başka iklimlerin hayal ülkesi...
Elma ağaçları zaman içinde Gümüşhanelilerin düşlerinde,
hayallerinde bir efsaneye dönüşecek. Bir
Zümrüdüanka kuşu gibi bir ağacı yalnızca düşte yaşatıp, gerçeğini hayal bile
ettiremeyecek bir zamanı yaşatacak bize bu süreç. Düşsüz bir kent, çaldığı
rollerin ezberine sığındıkça kimliğinden uzaklaşıp yabani bir rüzgar üfürecek
yüzümüze. Şehre
giren rüzgar sallayacak elma dalları, dokunacak dut yaprakları bulamayınca tozu
toprağı yüzümüze çarparak intikam alacak bizden.
Oysa kuşları misafir edemeyen sokaklar
ağaçsızlığını sorgularken; sokağı anlamayan insan, anlayamama nedenini sorgulamayacak
bile. Her düşsüz kalışında bir yıldız daha kayar şehrin
göğünden. Birer birer göçer dut ve elma ağaçları, sessizce çekilir bütün kuşlar
ve sadece gri bir kent kalır. Bir dala konamayan kuşların çığlıkları
omuzlarımıza ne ağır yük yüklüyor. Sokakların kuş cıvıltılarına hasret kaldığı
demlerde kargaların kılavuzluğundan başka ne beklenir ki?
Hiçbir şey elma çiçeği kokusu sinmiş bir hatıralar
kadar mutlu hissettiremiyor kendini. Betonlar arasında yaşlanırken bağıra
bağıra susuyorum… Güzel şehir, yüzyıllardır üstümüze uçtu uçacak gibi
duran Kuşakkaya’nın gölgesinde elma bahçelerini nasıl bir cellât edasıyla yok
ettin. Kokusuyla bizi mest eden elmalar, ayvalar… Dallarından gelen sesi
dinliyorum elma ağacı; kaç vedayı daha ağırladın gölgende? Ben gidiyorum, ben
düşlerime kaçıyorum. Düş, kollarımızla
tutunup, kendimizi yukarı doğru çekip ayaklarımızı yerden kestiğimiz bir elma
ağacı dalı gibidir şimdi. Ey mazide kalan dilber, bizi böyle elleri
böğründe bekletme. Şu baharın hatırına. Üçler yediler kırklar aşkına. Mazideki
ikliminden çık gel.
Elma dersem çık…