12 Ekim 2017 Perşembe

AŞURE VE TEMCİT PİLAVI

Bugün birlikte yaşama, birbirimize tahammül etme, hoşgörü gibi sözler temcit pilavı gibi sürekli önümüze getiriliyor. Bizim böyle bir meselemiz olmadığı gibi böyle bir çözüm arayışımız da yoktur. Bu topraklarda alevisi, sünnisi ve bir çok etnik grup yıllardır barış içinde yaşamıştır. Sanki bunlar arasında bir anlaşmazlık, bir mücadele varmış gibi bir varsayımdan yola çıkılarak suni ayrıştırmalar oluşturulup sonrasında da birlikte yaşama arzusu gibi bir tez ortaya atılıyor.
Batıda dinler, kültürler, ahlaki sistemler, felsefi ekoller, farklı yaşama stilleri kendi varlığını ötekinin mahvıyla ilişkilendiren bir çılgınlıkla baş başadır. Bizim coğrafyamızda bırakın aynı dine mensup olanlar arasında çatışmayı gayri Müslimler bile hiçbir endişe duymadan gönül rahatlığı içinde yaşamışlardır. Fatih’in İstanbul’u kuşattığı sırada, bazı Bizans ileri gelenleri ve din adamları, Katolik ve Ortodoks kiliselerin birleştirilmesini, teklif etmeleri üzerine; Bizanslı Grandük Notoras, “Başımızda kardinal külahı görmektense, Osmanlı sarığı görmeyi arzu ederiz.” diyerek, itiraz etmişti...
Doğrusu bizler bu hayat biçimini geçmişte olduğu gibi bugün de aynı anlayış içerisinde sürdürmenin geleneğine sahibiz. Ancak ortaya atılmak istenen suni ayrılıklar ve mücadele alanları üretilmek istenmekte, böyle bir mesele varmış gibi gösterilmek istenmektedir. Bugün farklılıkları bir arada tutma ve toplumsal barışı sağlama adına ortaya atılan bütün tezlerin tutmamasının sebebi budur: Varmış gibi gösterilen ayrışma aslında yoktur, hiçbir zaman olmamıştır.
Şimdi sorulması gereken soru şudur: Acaba içinde yaşadığımız dünyayı güzelleştirme arzumuz samimi midir? Böyle samimi bir arzu ve talep varsa bunun tek örneği bu gün Anadolu coğrafyasındaki hayat tarzıdır. Kendi huzurumuzu başkalarının huzurunu yok etmeden nasıl devam ettirdiğimize tarih şahittir. Ermeni diasporasının bütün iddialarına rağmen tehcir zamanında Ermenilere karşı nasıl müşfik davrandığımız belgelerle sabit.
Eğer gafletten sıyrılmazsak, suni olarak bize dayatılan gündemlerin esiri olursak batacağız ve batarsak da hiç kuşkusuz hep birlikte batacağız. Birlikte yaşama kültürü denilen şeyin misalini yıllardır bu topraklarda yaşayanlar vermiştir. Biz akıllı olmayı tavsiye ediyoruz. Başka devletlerin hegemonyasını kabul etmeyen, dış güçlerin oyununa gelmeyen her grup bu coğrafyada huzur içinde yaşamıştır. Ancak başka ülkelerle siyasi bağı ve birlikteliği bulunanlar (bunun uluslar arası hukuktaki karşılığı vatana ihanettir) cezalarını çekeceği günü bekleyebilir. (15 Temmuz’u hatırlatmaya bilmem gerek var mı?)
İçimizde yeşertilen kavgalar, sertlikler, ayrışmaların suni olduğu konusunda hiç şüphem yok. Nasıl 12 Eylül öncesinde suni bir sağ-sol çatışması meydana getirilmişse bugün aynı şey farklı gruplar üzerinden deneniyor. Türk-Kürt ayrışmasının denendiği gibi. Bunlar sonuçta duyarlı vatanına sadık insanların nezdinde bir şey ifade etmiyor. Ancak bütün gücümüzü farklı mecralarda kullanmamıza da zemin hazırlıyor. Bu çerçevede aşure bahane edilerek insanımız arasına sokulmak istenen fitneye dikkat çekmek gerekir.
Huzur vatana sadakatle süreklilik kazanır. Ne var ki ihanet kadrosu bu coğrafyada hep dolu olmuştur. Bin yıldır bu topraklarda yaşayanların taşıdığı niyet ve bunu başarıyla sürdürecek irade, ancak daha derin ve daha yüksek bir aidiyet eşliğinde gerçekleşebilir. Bu aidiyet vatan, millet aidiyetidir. Huzur ve barışı başka vatan ve milletler nezdinde arayanların ise bu topraklarda yeri yoktur.

Aşurede içkin olan anlam, farklı anlayışların ve felsefi telakkilerin varlıklarını koruma arzusunu kabul ederek ortak bir paydada bir araya gelmektir. Bunun dışındaki her türlü düşünce tarihin çöplüğündeki yerini alacaktır. Tarihi tecrübeler bunu göstermiştir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder