Bugün birlikte yaşama, birbirimize tahammül
etme, hoşgörü gibi sözler temcit pilavı gibi sürekli önümüze getiriliyor. Bizim
böyle bir meselemiz olmadığı gibi böyle bir çözüm arayışımız da yoktur. Bu
topraklarda alevisi, sünnisi ve bir çok etnik grup yıllardır barış içinde
yaşamıştır. Sanki bunlar arasında bir anlaşmazlık, bir mücadele varmış gibi bir
varsayımdan yola çıkılarak suni ayrıştırmalar oluşturulup sonrasında da
birlikte yaşama arzusu gibi bir tez ortaya atılıyor.
Batıda dinler, kültürler, ahlaki sistemler,
felsefi ekoller, farklı yaşama stilleri kendi varlığını ötekinin mahvıyla
ilişkilendiren bir çılgınlıkla baş başadır. Bizim coğrafyamızda bırakın aynı
dine mensup olanlar arasında çatışmayı gayri Müslimler bile hiçbir endişe
duymadan gönül rahatlığı içinde yaşamışlardır. Fatih’in İstanbul’u kuşattığı
sırada, bazı Bizans ileri gelenleri ve din adamları, Katolik ve Ortodoks
kiliselerin birleştirilmesini, teklif etmeleri üzerine; Bizanslı Grandük
Notoras, “Başımızda kardinal külahı görmektense, Osmanlı sarığı görmeyi arzu
ederiz.” diyerek, itiraz etmişti...
Doğrusu bizler bu hayat biçimini geçmişte
olduğu gibi bugün de aynı anlayış içerisinde sürdürmenin geleneğine sahibiz.
Ancak ortaya atılmak istenen suni ayrılıklar ve mücadele alanları üretilmek
istenmekte, böyle bir mesele varmış gibi gösterilmek istenmektedir. Bugün
farklılıkları bir arada tutma ve toplumsal barışı sağlama adına ortaya atılan
bütün tezlerin tutmamasının sebebi budur: Varmış gibi gösterilen ayrışma aslında
yoktur, hiçbir zaman olmamıştır.
Şimdi sorulması gereken soru şudur: Acaba
içinde yaşadığımız dünyayı güzelleştirme arzumuz samimi midir? Böyle samimi bir
arzu ve talep varsa bunun tek örneği bu gün Anadolu coğrafyasındaki hayat
tarzıdır. Kendi huzurumuzu başkalarının huzurunu yok etmeden nasıl devam
ettirdiğimize tarih şahittir. Ermeni diasporasının bütün iddialarına rağmen
tehcir zamanında Ermenilere karşı nasıl müşfik davrandığımız belgelerle sabit.
Eğer gafletten sıyrılmazsak, suni olarak
bize dayatılan gündemlerin esiri olursak batacağız ve batarsak da hiç kuşkusuz
hep birlikte batacağız. Birlikte yaşama kültürü denilen şeyin misalini
yıllardır bu topraklarda yaşayanlar vermiştir. Biz akıllı olmayı tavsiye
ediyoruz. Başka devletlerin hegemonyasını kabul etmeyen, dış güçlerin oyununa
gelmeyen her grup bu coğrafyada huzur içinde yaşamıştır. Ancak başka ülkelerle
siyasi bağı ve birlikteliği bulunanlar (bunun uluslar arası hukuktaki karşılığı
vatana ihanettir) cezalarını çekeceği günü bekleyebilir. (15 Temmuz’u
hatırlatmaya bilmem gerek var mı?)
İçimizde yeşertilen kavgalar, sertlikler, ayrışmaların
suni olduğu konusunda hiç şüphem yok. Nasıl 12 Eylül öncesinde suni bir sağ-sol
çatışması meydana getirilmişse bugün aynı şey farklı gruplar üzerinden
deneniyor. Türk-Kürt ayrışmasının denendiği gibi. Bunlar sonuçta duyarlı vatanına
sadık insanların nezdinde bir şey ifade etmiyor. Ancak bütün gücümüzü farklı
mecralarda kullanmamıza da zemin hazırlıyor. Bu çerçevede aşure bahane edilerek
insanımız arasına sokulmak istenen fitneye dikkat çekmek gerekir.
Huzur vatana sadakatle süreklilik kazanır.
Ne var ki ihanet kadrosu bu coğrafyada hep dolu olmuştur. Bin yıldır bu
topraklarda yaşayanların taşıdığı niyet ve bunu başarıyla sürdürecek irade,
ancak daha derin ve daha yüksek bir aidiyet eşliğinde gerçekleşebilir. Bu
aidiyet vatan, millet aidiyetidir. Huzur ve barışı başka vatan ve milletler
nezdinde arayanların ise bu topraklarda yeri yoktur.
Aşurede içkin olan anlam, farklı anlayışların
ve felsefi telakkilerin varlıklarını koruma arzusunu kabul ederek ortak bir paydada
bir araya gelmektir. Bunun dışındaki her türlü düşünce tarihin çöplüğündeki
yerini alacaktır. Tarihi tecrübeler bunu göstermiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder