13 Ocak 2017 Cuma

İNSAN KAMİL OLAMIYOR

 

Sahiplik duygusu insan için bir zindandır, çıkmazdır. İnsan kendi vücudunun sahibi olduğunu sanır. Hâlbuki vücut bir vediadır, yani emanet. Akıl da öyle, sağlık da öyle… Eğer akıl senin olsaydı onu kaybetmek istemezdin. Can da öyle. Nihayetinde hepsini kaybediyoruz. Neyin sahibi olduğumuz konusunda müthiş yanılgılarımız var.
Çocukken kendime sorduğum ve cevabını bir türlü bulamadığım bir soru ya da sorular yığını vardı. Benim kalbim, benim kafam, benim ruhum, benim gönlüm, benim nefsim, benim bedenim… Benim, benim, benim… Öyleyse ‘ben’ nerede? Benim için hâlâ cevabı meçhul. Ortada ben olmadığına göre ben’e bir şey izafe etmek yanlış.
Ben, insanın kendine özgü ruhsal ve bedensel bütünlüğünün ve bunun zihinsel algılanışının genel ve soyut adı. ‘Ben’ kelimesi insanın kendisini öncelemesi, kendini öne çıkarması, egoist davranmasının bir işareti. Mümeyyiz olma durumu. Bu durum kişi nefsini ön plana çıkardığı gibi, sahiplik duygusunu da kabartır. Sahiplik ise iktidar olma arzusunu… İktidar olduğumuz zehabına kapıldığımız an muktedir olduğumuz duygusu bizi etkisi altına alır. Muktedir olduğumuz düşüncesine bağlı olarak kendimizi üstün olarak kabul ederiz. Kısaca kendimize önem atfederiz, kendimizi diğer insanlardan farklı görürüz. Hâlbuki biz de diğer insanlar gibi bir insanız. Ben duygusunu öne çıkaran bu haleti ruhiye’ye egoizim yada bencillik diyoruz.
İnsan olarak varlık alemiyle çok kompleks ilişkilerimiz var. İnsan eşya ile bağlantı içinde. İşte bu ilişki durumu bizim insanî tarafımızı belirliyor. Eşyaya sahiplik duygumuzdaki aşırılık bizi insani özelliklerimizden uzaklaştırıp sıradanlaştırıyor, ‘şey’leştiriyor. (Burada ‘şey’ kelimesinin eşya kelimesinin tekili olduğunu söylemeliyim.)
Tarihî bir örnekle açalım. Leyla’ya aşırı şekilde bağlanan Kays’a “Mecnûn” diyoruz. Aşırı bağlılığın, taparcasına itaatkâr olmanın, odaklaşmanın sonucu. Leyla bir insan; eşya değil. Bir insanın eşyaya aşırı bağlanmasını, sahiplik iddia etmesini nasıl değerlendirebiliriz. Aslında biz deliye deli dememizin illetini kavramış değiliz. Her birimizin birer deli olduğunun farkında değiliz. Mecnun da öyleydi. Kendi aklımıza da sahiplik ve aşırı bağlılıktan dolayı kendimizi dünyanın en akıllı insanı kabul etmiyor muyuz!
İslam tefekküründe Allahın zatı dışındaki her şeye ‘masiva’ diyoruz. “Akla hayale gelen, düşünülen, görülen her şey mâsivâdır,” diyor İmâm-ı Rabbânî. Şöyle devam ediyor: Bize ve size her şeyden önce lâzım olan şey, kalbi Allahu Teâlâ’dan başka şeylerin hepsinden kurtarmaktır. Kalbin bu selâmete erebilmesi için, Hak Teâlâ’dan başka hiçbir şeyin kalbden geçmemesi lâzımdır. Kalbden hiçbir şeyin geçmemesi için de mâsivâyı unutmak lâzımdır. Bunları unutmağa fenâ denir.
Sahiplik duygusu insan için bir zindan, modern çağ insanı bu zindan içinde şaşkın bir halde, sahip olduğu zannı ile eşyanın kölesi durumunda. Köleler efendilerine benzerler. Eşyaya köle olan insan da eşyaya benzeşir, yani ‘şey’leşir.
Ey dil ey dil niye bu rütbede pürgamsın sen
Gerçi virane isen genc-i mutalsamsın sen
Secde-ferma-yi melek zat-ı mükerremsin sen
Bildiğin gibi değil cümleden akvamsın sen
Ruhsun nefha-i Cibril ile tev'emsin sen
Hoşça bak zatına kim zübde-i alemsin sen
Merdüm-i dide-i ekvan olan ademsin sen

“Ey gönül, ey gönül! Neden bu makamda üzgünsün? Gerçi yıkık, dökük, viranesin ama tılsımlı bir definesin. Meleklere secde etmeleri buyurulan saygı değer bir varlıksın. Bildiğin gibi değil, sen bütün varlıklardan daha üstünsün. Ruhsun. Cebrail'in nefesiyle ikizsin. Kendine hoşça bak; sen âlemin özüsün. Bütün yaratıkların gözbebeği olan insansın sen.” diyor Şeyh Galib

Kısaca biz eşyalaşan insanı değil; eşyaya hükmeden insanı arıyoruz. İnsan dediğimiz de el-insan olan insan; yani insan-ı kâmil.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder