Modernliği, galat ifadesi
ile çağdaşlığı; Türk çayı içmek yerine, buzlu çay içmek biçiminde algılayan bir
toplumun, fikri derinliği konusunda konuşmak havanda su dövmek deyimine tam
uyuyor. Bu konudaki laf ebeliğimiz tamamen sathi(yüzeysel), tamamen yapmacık.
En seçkininden, en sade
vatandaşına kadar herkesin diline doladığı bu kelime, içeriğinde ne olduğu
bilinmeyen bir iksir gibi sunuluyor bizlere. Şifa mı zehir mi olduğu noktası
henüz aydınlatılmış değil. Vatandaşa gerçek anlamda anlatılmayan bu efsane,
dinleyen herkesin dikkatini cezbediyor. Hani dedik ya, kokusunda davet var...
Bir nevi defineci hikâyelerine benziyor. Dinledikçe iştahınız kabarıyor.
Yetkili olanlar öncelikli sorunları askıya alıp, popüler mesajları yeğliyorlar bence. Bir kere bu halkın önüne muasır medeniyet bilmecesinin ne olduğu, en açık şekliyle konulmadan; tabanı aydınlatmadan tavan sağlam kurulamaz. Bu bağlamda aydınlarımıza, entelektüellerimize büyük görev düşüyor. Medeniyet mi, uygarlık ve teknoloji mi önce bunun farkını ortaya koymak gerekiyor.
Muasır medeniyet tamlaması
bir hülya. Herkes bir rüyanın, bir hülyanın peşine takılıp giderse, sonumuz
nereye varır; varın siz hesap edin... Halk arasında, kulak kabartıp gezdiğiniz
zaman; herkesin kendine göre bir beklentisi olduğunu görürsünüz ‘muasır
medeniyet’ten. İşsiz iş, aşsız aş; baskı altında olduğunu düşünen özgürlük, en
önemlisi de herkes ceplerinin ve kasalarının parayla dolacağını düşünüyor.
İşportacılarımız Paris caddelerinde tezgah açmayı düşünürken entelektüellerimiz
Nobel rüyaları görüyor.
Muasır medeniyet denilince
çoğumuzun aklına Avrupa gelmiyor mu? Tanzimat’tan beri, cilvesine meftun
olduğumuz Avrupa isimli dilberin, bize atmadığı kazık kalmadı. Bizi
başkalarıyla aldatmadı mı? Biz hâlâ, acaba? Safdilliği ile hareket ediyoruz.
Son olarak Almanya ve Hollanda’nın yaptıkları bize bir fikir vermediyse sokma
akılla olayları değerlendiriyoruz demektir.
Muasır medeniyet
teranelerinden önce yapılacak işler var. Önce kendimize değer vermeliyiz. İnsanımız
birey olduğunun, insan olduğunun farkına varmalı. Özgürlüklerin önü açılmalı. Yolsuzluklar
önlenmeli! Hukukun üstünlüğü ilkesi işlerlik kazanmalı. Çalışanlar arasındaki
ücret dengesizliği giderilmeli. Resmi kurum ve kuruluşlarda israfa, adam
kayırmaya son verilmeli, ehliyet ve liyakat öne çıkarılmalı... Benim medeniyet
anlayışımın içinde bunlar var.
Bunların gerçekleşmesi için çok
çalışmalıyız çok. Bu gayret bize düşüyor. Kendi özümüze dönersek, bu cevherin içimizde
saklı olduğunun farkına varacağız. Biz öyle bir hülyaya kapılıyoruz ki; sanki muasır
medeniyet dediğimiz ütopyanın elinde sihirli değneği var; dokundurunca her yer
güllük gülistanlık olacak, bütün problemler aşılacak, bütün sıkıntılarımızdan
kurtulacağız. Yok böyle bir şey. Bir millet kendi durumunu değiştirmedikçe
Allah o milletin durumunu değiştirmeyecektir.
Top yekûn bir silkinişe,
kendimize dönmeye, insan olduğumuzu hatırlamaya ihtiyacımız var. Mesnevide
okuduğum bir hikâye özetle şöyle: Bir ineğin üzerine sinekler konuyor. İnek
kafasını bir sallasa sinekler kaçacak fakat inek kendindeki gücün farkında
değil. Biz kendi değerlerimizi terk ettiğimiz için medeni değiliz. Sadaka
taşlarını, kuş saraylarını unuttuğumuz için medeni değiliz. Değerlerimizi terk
ettiğimiz için medeni değiliz.
Önce kendimizden başlamalı,
nefsimizden, evimizin önündeki pislikten… Herkes evinin önünü temizlerse şehir
tertemiz olur. Hatta kimse evinin önünü kirletmezse sorun çözülür. Yoksa mesnetsiz
muasır medeniyet hülyasının serapla sonuçlanacağı endişesini taşıyorum ben
kendi adıma.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder