31 Mart 2017 Cuma

MUASIR MEDENİYET

Modernliği, galat ifadesi ile çağdaşlığı; Türk çayı içmek yerine, buzlu çay içmek biçiminde algılayan bir toplumun, fikri derinliği konusunda konuşmak havanda su dövmek deyimine tam uyuyor. Bu konudaki laf ebeliğimiz tamamen sathi(yüzeysel), tamamen yapmacık.

En seçkininden, en sade vatandaşına kadar herkesin diline doladığı bu kelime, içeriğinde ne olduğu bilinmeyen bir iksir gibi sunuluyor bizlere. Şifa mı zehir mi olduğu noktası henüz aydınlatılmış değil. Vatandaşa gerçek anlamda anlatılmayan bu efsane, dinleyen herkesin dikkatini cezbediyor. Hani dedik ya, kokusunda davet var... Bir nevi defineci hikâyelerine benziyor. Dinledikçe iştahınız kabarıyor.

Yetkili olanlar öncelikli sorunları askıya alıp, popüler mesajları yeğliyorlar bence. Bir kere bu halkın önüne muasır medeniyet bilmecesinin ne olduğu, en açık şekliyle konulmadan; tabanı aydınlatmadan tavan sağlam kurulamaz. Bu bağlamda aydınlarımıza, entelektüellerimize büyük görev düşüyor. Medeniyet mi, uygarlık ve teknoloji mi önce bunun farkını ortaya koymak gerekiyor.

Muasır medeniyet tamlaması bir hülya. Herkes bir rüyanın, bir hülyanın peşine takılıp giderse, sonumuz nereye varır; varın siz hesap edin... Halk arasında, kulak kabartıp gezdiğiniz zaman; herkesin kendine göre bir beklentisi olduğunu görürsünüz ‘muasır medeniyet’ten. İşsiz iş, aşsız aş; baskı altında olduğunu düşünen özgürlük, en önemlisi de herkes ceplerinin ve kasalarının parayla dolacağını düşünüyor. İşportacılarımız Paris caddelerinde tezgah açmayı düşünürken entelektüellerimiz Nobel rüyaları görüyor.  

Muasır medeniyet denilince çoğumuzun aklına Avrupa gelmiyor mu? Tanzimat’tan beri, cilvesine meftun olduğumuz Avrupa isimli dilberin, bize atmadığı kazık kalmadı. Bizi başkalarıyla aldatmadı mı? Biz hâlâ, acaba? Safdilliği ile hareket ediyoruz. Son olarak Almanya ve Hollanda’nın yaptıkları bize bir fikir vermediyse sokma akılla olayları değerlendiriyoruz demektir.

Muasır medeniyet teranelerinden önce yapılacak işler var. Önce kendimize değer vermeliyiz. İnsanımız birey olduğunun, insan olduğunun farkına varmalı. Özgürlüklerin önü açılmalı. Yolsuzluklar önlenmeli! Hukukun üstünlüğü ilkesi işlerlik kazanmalı. Çalışanlar arasındaki ücret dengesizliği giderilmeli. Resmi kurum ve kuruluşlarda israfa, adam kayırmaya son verilmeli, ehliyet ve liyakat öne çıkarılmalı... Benim medeniyet anlayışımın içinde bunlar var.

Bunların gerçekleşmesi için çok çalışmalıyız çok. Bu gayret bize düşüyor. Kendi özümüze dönersek, bu cevherin içimizde saklı olduğunun farkına varacağız. Biz öyle bir hülyaya kapılıyoruz ki; sanki muasır medeniyet dediğimiz ütopyanın elinde sihirli değneği var; dokundurunca her yer güllük gülistanlık olacak, bütün problemler aşılacak, bütün sıkıntılarımızdan kurtulacağız. Yok böyle bir şey. Bir millet kendi durumunu değiştirmedikçe Allah o milletin durumunu değiştirmeyecektir.

Top yekûn bir silkinişe, kendimize dönmeye, insan olduğumuzu hatırlamaya ihtiyacımız var. Mesnevide okuduğum bir hikâye özetle şöyle: Bir ineğin üzerine sinekler konuyor. İnek kafasını bir sallasa sinekler kaçacak fakat inek kendindeki gücün farkında değil. Biz kendi değerlerimizi terk ettiğimiz için medeni değiliz. Sadaka taşlarını, kuş saraylarını unuttuğumuz için medeni değiliz. Değerlerimizi terk ettiğimiz için medeni değiliz.


Önce kendimizden başlamalı, nefsimizden, evimizin önündeki pislikten… Herkes evinin önünü temizlerse şehir tertemiz olur. Hatta kimse evinin önünü kirletmezse sorun çözülür. Yoksa mesnetsiz muasır medeniyet hülyasının serapla sonuçlanacağı endişesini taşıyorum ben kendi adıma.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder