22 Ekim 2018 Pazartesi

SÖZLÜK OKUR MUSUNUZ?


Zühd diye bir kelimemiz vardı, unutuldu. Bu kelimenin delalet ettiği mana da hayatımızdan silinip gitti. Şimdilerde iki kelime hayatımızın ana mihverini oluşturuyor: Servet ve şehvet. Zühd hayatına bağlı olarak kanaat ve şükür de bizden ıraklara göç eden iki kelime. Servet ve şehvet içlerinde başka bir kelimeyi barındırıyor kanaatime göre: hırs. Hırs, bir şeyi aşırı derecede ve ölçüsüz şekilde istemek olarak tarif ediliyor. Hırs kelimesi fonetik olarak hırsız kelimesine çok yakın. Kelimenin biri Arapça diğeri Türkçe. Ancak hırsın insanı hırsız yaptığına şahitlik ettiğimiz çok olur.
Hırs insanı daha çok kazanmaya, elde etmeye sevk eden bir duygu. Tamahkarlık. Bu duygu çok yemenin, faiz almanın, insanları aldatmanın, hatta dünyevi savaşların sebebi. İnsanoğlunda hırs olmasa bu kötülüklerde olmayacak. Ama insanoğlu zenginliğin cazibesine kapılmadan edemiyor. Bu hastalık her birerimize bir virüs gibi bulaşmış durumda. Zühd hayatını tercih eden yok. Herkes ‘daha’nın peşinde.
Algılarımız değişti, algılayıcılarımızın ayarıyla oynandı. Önceliklerimiz, değerlerimiz değişti. Bu yüzden zenginliği hayatın kemal noktası olarak görüyoruz. Her türlü israfa mazeret buluyoruz. Kapitalist ekonominin ayartmasıyla tükettikçe tüketiyoruz. Yeni tüketim alanları icad ediyoruz. Bunu zenginliğin göstergesi sayıyoruz. Burada Seneca’nın şu sözünü hatırlatmakta yarar var: “Çok az şeye sahip olan insan değil, asıl çok şeyin özlemini çeken insan fakirdir.” Burada durup, İslam literatüründe fakir nasıl açıklanıyor bakalım. Fakir, ihtiyacı Allaha olan kimsedir.
Tasavvuf erbabı fakir için şöyle söyler, isterse çok malı mülkü olsun, bir kimsenin, fani olduğunu, kazandığı hiçbir şeyi öbür dünyaya beraberinde götüremeyeceğini, her an Allah’a muhtaç olduğunu, Allah’ın yardımı ve koruyuculuğuna muhtaç olduğunu bilmesi, her şeyin asıl sahibinin Allah olduğu şuuruna ermesidir. Sofuların kendilerinden bahsederken ‘fakir’ diye söze başlamaları bundandır. Çünkü tasavvuftaki fakirlik, kişinin Allah’a muhtaç olduğunu, O’nun kudreti karşısındaki acizliğini idrak etmesi demektir. Kur’anda, “Ey insanlar: sizler fakirsiniz, Allah’a muhtaçsınız” buyrulmaktadır.
Kuran’a göre manevi açıdan “zengin olan yalnızca  Allah'tır ve bütün insanlar fakir olup o'na muhtaçtır.“ (Fâtır, 15) Yani, insan manevi açıdan  sonsuz  derecede fakirdir yani Allah’a muhtaçtır. Manevi açıdan  Ganî (zengin) ve sonsuz  zenginliğe sahip olan tek varlık Allah’tır.  İşte insan, bu sonsuz ihtiyacından dolayı fakr içindedir.  Dervişlerdeki  “Ganiy-yi Mutlak' olan Allah'a karşı  sürekli olarak fakr-u ihtiyaç şuuru, gınânın ta kendisidir. 
Mevlana şöyle uyarıyor bizi: “Suyun gemi içinde olması geminin helâkidir (yok olmasıdır). Gemi altındaki su ise geminin yürümesine yardımcıdır. Mal, mülk sevgisini gönülden sürüp çıkardığındandır ki Süleyman, ancak fakir adını takındı. Ağzı kapalı testi, içi hava ile dolu olduğundan derin ve uçsuz bucaksız su üstünde yüzüp gitti. İçte fakirlik havası oldukça insan, dünya denizine batmaz, o denizin üstünde durur. Bütün bu dünya onun mülkü olsa bu mülk, gözünde hiçbir şey değildir.” (Mesnevi, C.I Beyit: 985-989)
Cemil Meriç; “Kamus, bir milletin hafızası, yani kendisi; heyecanıyla, hassasiyetiyle, şuuruyla. Kamusa uzanan el namusa uzanmıştır. Her mukaddesi yıkan Fransız İhtilali, tek mukaddese saygı göstermiş: kamusa.” (Cemil Meriç, Bu Ülke, s. 86) 
Bütün bu alıntıların sonunda özet olarak şunu söyleyebiliriz: Kaybettiğiniz her kelimenin ardından onun delalet ettiği güzel hasletleri de kaybediyorsunuz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder