Bir
yüreğimiz vardı bizim ötelere bağlı, bir ruhumuz vardı her dem öteleri özleyen.
Bir yüreğimiz vardı diğergam… Sevdası rahmet olup yağardı insanların üzerine.
Bir selsebildi yüreğimiz. Menfaate endekslenmeyen bir yüreğimiz vardı.
Merhamete bulanmış, tevekküle sarılmış, itminan bulmuş bir yüreğimiz vardı.
Bir
yüreğimiz vardı içinde kor ateşler yanan, merhamet ateşi, vicdan ateşi… Şefkat
ve merhamet ağaçları meyve verirdi her mevsim. Tevekkülümüz vardı dağlar gibi…
Birden oldu her şey.
Vardımki yurdundan
ayağ göçürmüş
Yavru gitmiş ıssız
kalmış otağı
Camlar sikeşt olmuş
meyler dökülmüş
Sakiler meclisten
çekmiş ayağı
Gülzar
olan gönüllerimiz harabeye döndü birden. Madde medeniyetinde sevgi yolunu
şaşırdı, ten ülkesine tutsak düştü, süveydası büyüdü gönlümüzün. Bir hoyrat
rüzgar esti, bir samyeli güzellik adına ne varsa süpürdü içimizden. Alıp
uzaklara götürdü, taa uzaklara… Muhacir olduk uzak diyarlara. Tılsım mıydı,
nazar mıydı yüreklerimize dokunan? Sihir miydi, büyü müydü yüreğimizin
süveydasını büyüten?
Karardıkça
karardı gönül aynamız. Hırçın denizlerde kalakaldık bir başına. Gemilerimiz
alabora. İpliğimiz kaşla göz arasında ekonomi pazarına çıkarıldı ansızın.
Pırıltısını kaybetti şefkat, gücünü yitirdi merhamet. Derunumuzu baştanbaşa gam
ve elem bürüdü. Fıtrat pınarını terk ettik suni içeceklere, tevekkül bırakmış
ellerimizi, ovada kaybettik rehberimizi. Çelik kapılar bir bir kapanıyor
yüzümüze, naylon pencerelerden ışık sızmıyor kalbimize, karalar bağlamışız,
odalar ısıtmıyor bedenlerimizi, birer mezarlık apartman katlarımız.
Hoyrat
düşünceler yordu düşlerimizi, çaldı yüreğimizin tılsımını. Suni dilberlere
kurban verdik kalplerimizi. Kalbimiz sürgündür artık kendimizden, sürgün olmuştur
tenha mekanlara… Kalp gözümüz kapandı. Şimdi kendimizin zindanında bir hayatı
adımlıyoruz her nefeste. Yüreğimizin süveydasında kaldı soluklarımız. Bütün
güzelliklerin her yanından zincirler sarkmakta. Zincir sesleri bastırdı
vicdanlarımızın sesini.
Gözlerimizden
yaşlar kayboldu ilkin. Yaşlar gidince uzak illere taşlar doldu gönlümüze.
Taşlaştı kalplerimiz. Gülzara meftun olan gönlümüz hâra konmuştu bir kere.
Yüreğimiz kanlar içinde. Kan kaybetti yokuşlarda. Menzil seraba döndü böylece.
Kederimiz saçlarımızı beyaza yoruyor.
Derdimiz
büyüdü, kahrımız büyüdü, hüznümüz büyüdü, yüreğimizin süveydası büyüdü. Elem,
keder, ızdırap konuk oldu yüreklerimize… Obamız dağıldı, hanemiz harap oldu,
dört yanımız serap oldu, çadırlarımız tarumar… Kervanlarımız kayboldu yollarda,
“Göçtü kervan kaldık dağlar başında.”
Akça tahtasında sayıldı diyetlerimiz. Parazitlendi gönül aynamız.
Sözler
anlamını yitirdi. Türkülerimizi unuttuk. Gönül sazımız sustu. Bütün
güzellikleri unuttuk. Kendimizi unuttuk. Bir zindanda bıraktık kendimizi.
Kırılmış kanatla pervaz vurmaya kalktık mavi göklere… Yırtık yelkenlerle
açıldık ummanlara. Panzehir yerine ağular sunuldu bize.
Şimdi
hasretler doludur defteri âmalimiz, ahlar salmışız bulutlara. Hicran yaraları
göz göz gönlümüzde. Tebessüm kaynağı olan şebnem ağ üzerimize. Ağustosta soğuk
bir pınar, efil efil meltem… Bulutların çiçekleri yağmur bombardımanına tuttuğu
bir güneşli günde ebe kuşağının bütün renkleri gibi düş gönlümüze. Oklarınla
hedef al gönlümüzü. Ey sevgili! Bizi bize bırakma.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder