17 Aralık 2018 Pazartesi

EKRAN HOCALARI


Akademisyen camiasından çok az kimsenin kendi alanının dışında söz söyleyebilecek yetkinlikte olduğu bilinen bir gerçek. Ancak televizyon ekranlarında sürekli görmeye alıştığımız akademisyenler sanki her konunun uzmanı imiş gibi davranıyor. Her sözün bir makamının olduğu gerçeğinin hilafına kendisine uzatılan her mikrofona koşan, bulabildiği her sayfada akademisyenler arasında tartışılması gereken konuları ulu orta tartışan bir tip ile karşı karşıyayız.
Özellikle dini alanda araştırma yapan akademik çevrelerin, nerede konuşulacağını bilmeden kıyıda köşede kalmış konuları –eskilerin tabiriyle kıyle’leri- uluorta konuşarak buradan bir yere varma hesabı açık seçik görünüyor.
Ancak ekrana çıkan zevatın Anadolu insanının dini değerlerini küçümseyerek mevzi almaları “bidon kafalı” terkibini söyleyenle aynı yere oturmuyor mu? Tenkid ettikleri tarikatların onda biri kadar bu milletin gönül dünyasına nüfuz edemeyen bu zevatın dini geleneğimizi tenkit etmeleri anlaşılabilir olsa da tezyif ve tahkir etmeleri samimiyet testinden geçemeyecek davranışlardır.
Akademik camianın görmediği yerleri, -biraz daha yumuşatıp boş bıraktığı, ihmal ettiği diyelim- yerleri birilerinin doldurması kimin suçudur. İşin görülen tarafına baktığımızda akademinin ilmi temsil ettiği kanaatiyle sorgulanmazlıkları ön kabul olarak bir kenarda tutularak halkın irfanı göz ardı edilmektedir. Anadolu insanının kahir ekseriyeti, Maturidi’yi, Ömer Nesefi’yi okumamıştır, Fıkhı Ekber’den, Mebsut’tan haberdar değildir; ancak Süleyman Çelebi’nin Vesiletü’n-Necat’ı (Mevlid-i Şerif) okunurken gözyaşlarına hakim olamamaktadır. Burada “din samimiyettir” hükmünü hatırlatmakta yarar ver.
Düşünceyi mütefekkirler inşa eder; ancak bizde mütefekkir seviyesine yükselmiş akademisyen sayısı oldukça azdır. Akademisyenlerimizin bilgiyi elde ettikçe halktan uzaklaştığını, pozitivist ortamın mahkumiyetinden kendisini kurtaramadığını söyleyebiliriz. Alim vakarına sahip olmayan akademisyenlerin elde ettikleri bilgiyi metaya, dünyalığa, kariyere ve nüfuz arayışına çevirme arzuları alimin toplum nazarındaki yerini de sarsmıştır.
Hakikat makul olandır. Aklın olmadığı yerde makul aranmaz; ancak aklı putlaştırarak aklın her sonucuna mutlak hakikat diye bakmak materyalist mantığın bizi aldatması. Akıl hakkı bulmakla görevlidir. Hak olmadan hakikat olmaz. Hedefimiz hakikate ulaşmak ise bunu tartışma zemini ekranlar olamamalı. Bu milletin inançlarıyla problemli olan kafaların kendilerini akademik bir perdeyle perdeleyerek kendilerinden menkul her şeyin hakikat, kendilerinin de ilmin kaynağı olduklarını iddia etmeleri ne kadar doğru.
Kurandan başka kitaba itibar etmemeyi bizlere salık verenlerin yazdıkları kitaplar külliyat seviyesinde. Tartışma zemini televizyon ekranları ise buradan kaostan başka bir şey çıkmayacağını sıradan vatandaşlar da bilir. Sıffin savaşında Kuran sayfalarını mızraklarının ucuna takanlar ile kuran ayetlerini mücadele zeminine taşıyan akademisyen arasında ne fark var. Fakat görünür olmak, yeni şeyler söylemek adına eline sazı alıp ekrana çıkanları nasıl teskin edeceğiz. Bunun için bir otorite olmayışı ayrıca bir handikap.
Kendi açımızdan -min gayr-i haddin- son söz şunu söyleyebiliriz. Tartışmaların akademik çevrenin sınırlarını taşmayacak şekilde yapılması hem alim duyarlılığıdır. Hem de İslam ahlakına daha uygundur. Ayrıca bütün akademisyenleri aynı yere oturtmadığımızı da anti parantez söylemeliyim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder