7 Ocak 2019 Pazartesi

SEÇİM


“İnsan seçen varlıktır” cümlesi belki insan yaradılışına uygun bir cümle olarak düşebilir. Daha bedene bürünmeden seçimle baş başa bırakılmıştır insanoğlu. “Ben sizin Rabbınız değil miyim?” ilahi hitabının muhatabı olarak seçimini yapmıştır. Bu tercihi yapan insanoğlunun ruh tarafıdır. İnsanın maddi tarafı yok olacak tarafıdır. Yani fani tarafı. Maddi tarafımızı temsil eden beden ruh için bir ağ vazifesini görür. Madde hâkim değil, mahkûmdur, bir esasa bağlı hareket eder; bu esas ise ruhtur. Hem madde, eskimeye, erimeye, pörsümeye, yırtılıp parçalan­maya hazır bir kabuktur, dış ve surettir.

Ruh; "ten kafesinde mahpus" iken, insanın davranışları neticesinde kir­lenir. Eğer insan iradesini Allah'ın rızası istikametinde kullanırsa, o zaman Ruh hep temiz, parlak ve şeffaf kalır. Beden ruha mekan olmaktan başka bir görev üstlenmez. Ruhumuz insan tarafımızı oluşturan parçaların bütünüdür. Ruhun gerektirdiği duruşu sergilemek irade ve dirayet ister, belki modern zamanlarda cesaret ister.

Doğumundan itibaren insanoğlu bedenen gelişirken, ilim ve iman yoluyla da manen tekâmül eder; hayat, bir bakıma bu tekâmül için insanın tabi tutulduğu irade sı­navından ibaret. Sonuçta insanın önünde bir tercih vardır ve insanoğlu tercihini tekâmülden yana veya tezellülden yana koyar. Kendisini inşa yolunda belirli bir gayret ve efor sarfetmeyen insan macundan insanlar gibi her şekli almakta. Şahsiyet fazlı hüda dağıtılan bir şey değil, bilakis kazanılan bir şeydir.

İnsan seçimini yaparken kulluk veya serkeşlik arasında tercih eder. Kulluk bir bilinç halidir. Kul olmak demek bu dünyanın geçici olduğunu kavramak ve ahiretin ebedi olduğunu yakinen bilmektir. Gerçekten dünya hayatı Eflatunun dediği gibi “gölgeler âlemi” olabilir. Ama ahiret, gerçek yurt orasıdır. Dünyanın varlığını inkâr edebiliriz, ahretin varlığından dünyanın varlığından daha kuvvetle eminiz. Seçimler ve seçimler sonucunda elde ettiğimiz inançlar bizi inşa eden bize duruş ve şahsiyet kazandıran şeylerdir. Burada müslüman şahsın toplum içindeki durumuna değinmek gerek. Toplum içinde Müslüman sürünün bir bireyi değil, şahsiyeti olan bir insandır. Başka bir ifadeyle toplum şahsiyetler bütünüdür.

İradesini kulluktan yana koyan ruh, seçimini tekâmülden yana yapmıştır. Artık bedenle çıktığı dünya yolculuğunu Kur’an-ı Kerimin esaslarına göre tasarlaması gerekir. Kuranın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr etme tercihi yoktur. (Bkz.Kuran) Tercihini kulluktan yana yapan insan Kuran’ı hayatının dışına atamaz. Onun metodunu benimsemek, onun yoluna uymak zorunda. Kuranı Kerimin hayatın dışına itilmesi iki şekilde olur. Birisi Kurana inanmayarak, hükümlerini kabul etmeyerek, onu hayatın dışına itmektir. İkincisi ise Kuran’ı yücelttiğini zannederek onu hayatın dışına itmektir. Hâlbuki insanoğlu Kuran’ı yüceltemez. Kuran bizatihi yücedir, mukaddestir. İnsan ona uyduğu, onun yolunda olduğu sürece kendisini yüceltir. Başka bir deyişle Kuran insan hayatının nesnesi değil öznesidir.

“Peygamber dedi ki: ‘Ey Rabbim! Kavmim bu Kur'ân'ı terkedilmiş (bir şey yerinde) tuttular.’ ” (Furkan-30) Günümüz insanının bilge bir tavır takınarak yaptığı bu. Halbuki müslüman insanın takınacağı tavır kulluğu seçmektir.  “Allah, kuluna kâfi değil mi? Seni O'ndan başkalarıyla korkutuyorlar. Allah, kimi saptırırsa, artık onun için bir yol gösterici yoktur.” (Zümer-36)



CAHİL CESURDUR


Hani vardır ya bazı tipler, her konuda ahkâm keser, her şeyi sadece ve sadece onlar bilir. Her toplumda konuşma sanki onların uhdesindedir; üstelik hiçbir bilgi ve birikimleri olmaksızın… Çok konuşurlar ama iş yapmazlar.

Öz güvenleri tavan yapmıştır. Kendilerinden o kadar emindirler ki bilmeyen kendilerini allame-i cihan sanır. İşin en acı tarafı ise, bu tip muhterislerin hedeflerine ulaşmaları, istedikleri noktalara gelmeleri… Kalitesizliğin tahakkümü mü desek, cehaletin iktidarı mı bilemiyorum.

Bu tiplerin en belirgin özelliği hiçbir başarılı iş yapmadıkları halde kendilerini öve öve bitirememeleri. Ana mantıkları şudur: reklamın iyisi kötüsü olmaz. Maalesef dinleyici de bulurlar.

Literatüre “Dunning-Kruger Etkisi” olarak geçen bir teori var. Teorinin özeti şu: "Cehalet, gerçek bilginin aksine, bireyin kendine olan güvenini artırır."

Arapça bir ibarenin tercümesi şöyle: Bir adam bilmiyor, bilmediğini de bilmiyor. O adam cahildir ondan kaçının. Cehalet bizim kültürümüzde en uzağımızda olması gereken hastalıklardan biri. Toplumda cehalet yaygınlaşınca cahillik prim yapıyor. Bertrand Russel'in dediği gibi: "Dünyanın sorunu, akıllılar hep kuşku içindeyken aptalların küstahça kendilerinden emin olmalarıdır."

Bu tip insanların en önemli özelliği kulaktan dolma bilgilerle çevresindekilerde bilgili oldukları hissini uyandırmalarıdır. Bu konuda kendilerinden emindirler çünkü. Bunun tersi de toplumumuzda gözlemlenen bir durumdur. Bilgiye sahip  olan kişiler, kendi bilgilerini küçümsemeye ve olduğundan az görmeye meyillidirler. Kısaca alçak gönüllüdürler, mütevazı tavır sergilerler. 

Dunning-Kruger teorisinde ise cahillerin şu şekilde davrandıkları sonucuna varılmış: “-Niteliksiz insanlar, nitelikleri abartma eğilimindedir.
-Niteliksiz insanlar, gerçekten nitelikli insanların niteliklerini görmekten acizdirler.
-Niteliksiz insanlar, ne ölçüde niteliksiz olduklarını fark edemezler.
-Eğer nitelikleri belli bir eğitim ile artırılırsa, aynı niteliksiz insanlar, niteliksizliklerinin farkına varmaya başlarlar. Sonuç olarak insanlar, bir konu hakkında ne kadar az biliyorsa, o konu hakkındaki az olan bilgisi aslında ne kadar az bilgi sahibi olduğunu fark etmesini engellediği gibi, sanki konuyla ilgili her şeyi biliyormuşçasına bir öz güven kazandırmaktadır...”


Şu tespitle bitirelim. Her insan kendi akını beğenir. Hiçbir insan ahmaklığı kabul etmez. Halbuki dünyada nice aptallar vardır.