“İnsan
seçen varlıktır” cümlesi belki insan yaradılışına uygun bir cümle olarak
düşebilir. Daha bedene bürünmeden seçimle baş başa bırakılmıştır insanoğlu.
“Ben sizin Rabbınız değil miyim?” ilahi hitabının muhatabı olarak seçimini
yapmıştır. Bu tercihi yapan insanoğlunun ruh tarafıdır. İnsanın maddi tarafı
yok olacak tarafıdır. Yani fani tarafı. Maddi tarafımızı temsil eden beden ruh
için bir ağ vazifesini görür. Madde hâkim değil, mahkûmdur, bir esasa bağlı
hareket eder; bu esas ise ruhtur. Hem madde, eskimeye, erimeye, pörsümeye,
yırtılıp parçalanmaya hazır bir kabuktur, dış ve surettir.
Ruh;
"ten kafesinde mahpus" iken, insanın davranışları neticesinde kirlenir.
Eğer insan iradesini Allah'ın rızası istikametinde kullanırsa, o zaman Ruh hep
temiz, parlak ve şeffaf kalır. Beden ruha mekan olmaktan başka bir görev üstlenmez.
Ruhumuz insan tarafımızı oluşturan parçaların bütünüdür. Ruhun gerektirdiği
duruşu sergilemek irade ve dirayet ister, belki modern zamanlarda cesaret
ister.
Doğumundan
itibaren insanoğlu bedenen gelişirken, ilim ve iman yoluyla da manen tekâmül
eder; hayat, bir bakıma bu tekâmül için insanın tabi tutulduğu irade sınavından
ibaret. Sonuçta insanın önünde bir tercih vardır ve insanoğlu tercihini
tekâmülden yana veya tezellülden yana koyar. Kendisini inşa yolunda belirli bir
gayret ve efor sarfetmeyen insan macundan insanlar gibi her şekli almakta.
Şahsiyet fazlı hüda dağıtılan bir şey değil, bilakis kazanılan bir şeydir.
İnsan
seçimini yaparken kulluk veya serkeşlik arasında tercih eder. Kulluk bir bilinç
halidir. Kul olmak demek bu dünyanın geçici olduğunu kavramak ve ahiretin ebedi
olduğunu yakinen bilmektir. Gerçekten dünya hayatı Eflatunun dediği gibi
“gölgeler âlemi” olabilir. Ama ahiret, gerçek yurt orasıdır. Dünyanın varlığını
inkâr edebiliriz, ahretin varlığından dünyanın varlığından daha kuvvetle
eminiz. Seçimler ve seçimler sonucunda elde ettiğimiz inançlar bizi inşa eden
bize duruş ve şahsiyet kazandıran şeylerdir. Burada müslüman şahsın toplum
içindeki durumuna değinmek gerek. Toplum içinde Müslüman sürünün bir bireyi
değil, şahsiyeti olan bir insandır. Başka bir ifadeyle toplum şahsiyetler
bütünüdür.
İradesini
kulluktan yana koyan ruh, seçimini tekâmülden yana yapmıştır. Artık bedenle
çıktığı dünya yolculuğunu Kur’an-ı Kerimin esaslarına göre tasarlaması gerekir.
Kuranın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr etme tercihi yoktur. (Bkz.Kuran)
Tercihini kulluktan yana yapan insan Kuran’ı hayatının dışına atamaz. Onun
metodunu benimsemek, onun yoluna uymak zorunda. Kuranı Kerimin hayatın dışına
itilmesi iki şekilde olur. Birisi Kurana inanmayarak, hükümlerini kabul
etmeyerek, onu hayatın dışına itmektir. İkincisi ise Kuran’ı yücelttiğini
zannederek onu hayatın dışına itmektir. Hâlbuki insanoğlu Kuran’ı yüceltemez.
Kuran bizatihi yücedir, mukaddestir. İnsan ona uyduğu, onun yolunda olduğu
sürece kendisini yüceltir. Başka bir deyişle Kuran insan hayatının nesnesi
değil öznesidir.
“Peygamber dedi ki: ‘Ey Rabbim! Kavmim bu
Kur'ân'ı terkedilmiş (bir şey yerinde) tuttular.’ ” (Furkan-30) Günümüz
insanının bilge bir tavır takınarak yaptığı bu. Halbuki müslüman insanın
takınacağı tavır kulluğu seçmektir. “Allah,
kuluna kâfi değil mi? Seni O'ndan başkalarıyla korkutuyorlar. Allah, kimi
saptırırsa, artık onun için bir yol gösterici yoktur.” (Zümer-36)