Batı barbarizminin sömürüyü perdeleme aracı, demokrasi denen adı var kendi yok yönetim şekli truva atını içimize soktuğundan beri başımızda esen kavak yelleri kendimize gelmemize hep engel oldu. Aklımız bir karış havada mıydı yoksa bir karış mıydı? Bir türlü kullanılma kılavuzlarını yırtıp atamadığımız için hep arayışlar içinde olan kendini aydınlatamayan aydınlarımız sürekli şunun peşinde koştular: Batıda var mı?
Sanayi
devriminden sonra gönül verdiğimiz ol dilber ‘yar beni bırakmış el ilen oynar’
türküsü eşliğinde bize yüzünü göstermezken ellerle aşna fişna makamında soneler
bestelerken biz o görünmez, iksir içmiş dilberin arayışındaydık. Halkın kendi kendini idaresi gibi muğlak ve
muğlak olduğu kadar paradoks içeren bu totemin Afganistan, İran veya başka bir
ülkede kendi kendini yönetme hakkı ancak silahlarla susturulan halkların
zenginliklerini çalma aracı olarak kullanılıyordu.
Batı
barbarizmi için kendilerinin dışındakiler; yani ötekiler değersizden öte bir
hiçti. Bir varil petrol için ötekinin kanının akmasının hiçbir mahsuru da
yoktu. Çılgın uygarlığın doymak bilmeyen tepegöz canavarı daha’nın peşinde at
koşturuyordu. Batının iştahını dindirmek için batı dışı coğrafyada akan kan
daha da vahşi hale getiriyordu bu vampiri.
Sanayileşmenin
kaçınılmaz faturası bize kesilmişti. Onlar müreffeh bir halde yaşayacaklar biz
onların sırça saraylarına mutluluk taşıyan köleler olarak kendimizi kutsal bir
işi yapıyor zannedecektik. Köleliğimizi kabul etmiştik ama bu yetmiyordu yedi
nesil sonrasının da köle olması için hesap üstüne hesap yapıyorlardı. Nitekim
batıdaki hesap doğuya uymadı. Anadolu kendine geldi. Göğün delinmesi, iklim
değişikliği, göçmen krizi, toprağın kuraklaşması, buzulların çözülmesi,
salgınlar… Birisi çıkıp peydahladığınız piç’e sahip çıkın makamında hicviyeler
dizdiğinde onlar cami avlusuna bırakmayı yeğlediler. Dünyanın
beşibiryerdelerine parmak uzatıp ‘dünya beşten büyüktür’ diyebilecek bir
başıbozuğu anlayacak izanı bulmadığımız gibi ona sahip olacak vicdanı da
kaybetmiş ve batı bulvarlarında aramaya çıkmıştık.
Bu minval
üzre günler geceler geçerken Türkiye hem batı hem de doğu cephesinden taciz
seanslarına tabi tutuluyor. On büyükelçinin zırvası, Yunanistan’ın mahalleden
kabadayı toplaması, Van’da derdest edilen İran ajanları ve paketlenen İsrail
ajanları, nasıl bir kuşatma altında olduğumuzun ve bu sıkıntılı durumların bizi
daha bir kendimize getirdiğinin farkına vardık elbette. Farkı fark edemeyen bir
güruhtan da bahis açılabilir. Ol mahiler ki derya içre deryayı bilmezler. Hadi
buna cehaletin masumiyeti diyelim. Ancak Anadolu coğrafyasının binlerce yıllık
katmerli yapısında ihanet kontenjanlarının dolu olduğunu bilmemek elbette ayıp.
Kötü komşu
kişiyi mal sahibi edermiş. F16, F35 ve benzeri problemleri böyle değerlendirmek
gerek. Artık kendi göbeğimizi kendimiz kesiyoruz. Geldiğimiz nokta üç noktadan
ibaret… Geleceğe dair beklentilerimizden öte projelerimizin olması hem
sevincimizi hem umudumuzu artırıyor. Kısaca programın adı: arkası yarın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder