3 Kasım 2024 Pazar

ŞEHİR VE HAFIZA

İnsanlar içinde yaşadıkları mekânları inşa ederken, bu mekânlara kattıkları ruh dönüp insanların kültürünü ve kimliğini inşa eder. Şehrin inşa sürecinde üretilen mekânsal form; toplumsal ortak hafızanın ve kültürün üretilmesinde önemli bir ara yüzdür. Böylece kimliğin oluşması, toplumsal aidiyetin sağlanması mümkün olur. Mekânın ruhunun korunarak gelecek nesillere aktarılması, hafızanın oluşturulmasında ihtimamla üzerinde durulması gereken bir konudur.

Modernleşme rüzgârı ne yazık ki şehirleri birbirinden ayıran farklılıkları ortadan kaldırarak şehirleri birbirine benzetti. O kadim şehirlerin güzellikleri birer birer yok olmakta. Şehirlerin içinde yaşadığı varsayılan ruhlar artık fotoğraflarda ve kitaplarda yaşamakta. Şehir insanın ihtiyaçlarını karşılayan işlevsel bir varlıktır. İhtiyaçlara binaen değişimi de kaçınılmazdır. İnsanlar yaşadıkları şehrin atmosferinin daha uzun sürmesini dileseler de şehirleşme dediğimiz değişim dinamiği bu beklentiyi boşa çıkarıverebilir. Adapte olunabilecek ölçeklerde yapılan değişim belki kabul edilebilir. Ancak değişirken şehirler ruhunu kaybetmemeli. Şehirlerin sahip olduğu bu ruh ikamet edenleri etkisi altına alır.

Hafıza dediğimiz şey aslında hatırlanması istenilen şeylerin stoğudur, hatırlama ihtiyacı duyabileceğimiz şeylerin bir envanteridir. Toplumun geçmişte yaşadığı deneyimlerin gerçekleştiği mekânlara hafıza mekânı denir. Meydanlar, binalar, caddeler toplumsal hafızayı canlı tutan oldukça önemli mekânlardır. Şehirlerin hafızasını bize aktaracak nesnelerin başında kitaplar ve mekânlar gelir. Bu vasıtalar sayesinde bilim, sanat, felsefe, hikmet olarak tezahür eden sembolik anlam katmanlarını tevarüs ederiz. Bu entelektüel tutum aynı zamanda ait olunan medeniyetin devamını sağlayan bir görevi de ifa eder. Hafıza ile tarihle olan bağımızı diri tutarız. Bu sebeple tarihsiz şehirler; talihsiz şehirlerdir.

Bir şehrin hafızası hangi öğelerden oluşur? Alışılmış ve tekrar edile gelen yıldönümleri, bayram ve kutlamalar, şenlikler, anma törenleri kolektif hafızamızı oluşturur. Hafızanın somutlaştığı yapılar, kentin mimarisi, anıt ve müzeler, arşiv ve mezarlıklar, tarihsel anlamı olan her türden mekân, fotoğraf, kitap ve film hafızamızı destekleyen unsurlardır.

Toplu yaşam alanları, kolektif belleğin şekillendiği ve güncellendiği alanlar. Bu güncellemenin tevarüs etmesinde fotoğraf kayıtları önemli bir rol oynuyor. Tabiatıyla, bir kentin kimliğinin oluşumunda fotoğraf önemli bir nesne olarak çıkıyor karşımıza. Fotoğraflar söz konusu olduğunda her bir fotoğraf karesinin şehrin hafızasını belirlemede müstesna bir yere sahip olduğunu söyleyebiliriz. Fotoğraf makinesinin icad edilmesinden sonra hatıra amaçlı olsun belge amaçlı olsun çekilen her fotoğrafın belgelemek ve bu belgeleme yoluyla tarihi aktarmak gibi bir işlevinin olduğunu düşünüyorum Ancak objektif bir bakıştan söz edemeyeceğimiz için her fotoğrafçının kendi öznel tarihini kadraja aldığını söylemek yanlış olmaz. Şöyle de söyleyebiliriz: fotoğraf vizörden bakan kişinin doğrularını aktarır.

Kişisel hafızamız, bizim benliğimizin yegâne kaynağıdır. Kolektif hafıza aynı zamanda hem içimizde hem de dışımızdadır. Medeniyet ve kültür dediğimiz şey kolektif hafızanın ürünüdür. Bir hafıza mekânının bizlere sağladığı unutma işini engellemek, bizi biz yapan değerleri ölümsüzleştirmektir. Bu sebeple, tarih boyunca bütün iktidarlar kendi medeniyet anlayışlarını simgeleştirecek yapılar inşa etmişlerdir. Tarihî yapılar şehir hafızamızı oluşturan önemli varlıklardır, bu sebeple şehrin siluetini değiştirmeden önce defalarca düşünmeliyiz. Modernizm ile başlayan ve onun sonrasına homo economicus ile azmanca ilerleyen yıkıcı faaliyetlerin hafızalarımızı da sildiğini biliyoruz. Yeni dönemde insan hafızası da yıkımdan etkileniyor, nasibini alıyor; hafızamız siliniyor, bulanıklaşıyor…

Teknolojinin sosyal medyayı cebimize koymasından önce kütüphane gündelik hayatın en mühim mekânları arasında yer alabiliyordu. Kitap okumanın boş zamana bırakılamayacak kadar ciddi bir iş olduğunu düşünen insanlar vardı. Toplumun geleceği açısından kitabın kıymetli olduğu dillendiriliyordu. Belki de bu hassasiyetten dolayı bizler için hâlâ kütüphaneler bir toplumun olmazsa olmazıdır. Böyle bir ortamda kitaba sıkı sıkıya sarılmış insanlar entelektüel zevklerinin ya da estetik kaygılarının peşinde değil; çok daha derinlikli bir meselenin arayışındadır. Kitap ile irtibatını kesmeyen toplumların hayata ve insanlığa dair söyleyecekleri, hatta iddiaları vardır. Çünkü tahrip edilen hafıza mekanlarının izlerini buralardan sürebiliriz.

Bizler bizden önce yaşayan ve kendilerini yeni bir dil ile ifade eden, hatta kendinden önceki dilleri derleyip sunan tecrübeleri ararız. Daha farklı bir ifade ile bizim meselelerimizle bizden önce ilgilenenlerin söylediklerine kulak vermeye çalışırız. Çünkü kitaplar bizden önceki tecrübeleri muhafaza eder, saklar. İnsanların tekrar tekrar kullanabilmesi için hafızaya alır. Biz ise bu hafızaya başvurarak yaşadıklarımıza ait çözümlerle ilgili eski tecrübeleri görmek isteriz. Bize yol gösterici tecrübelerin saklandığı en önemli kaynak kitaplardır. Belki de en çok çaresiz kaldığımızda kitaplar ehl-i nazar kimselerin tecrübesi olarak aktarılır. Kitap okuyanlar ise bu tecrübeleri devralır aynı tecrübeleri tekrar yaşamaz.

Tecrübeler hafızayı oluşturur. Kazanılmış tecrübelerin hepsi hafızamızda saklandığı ölçüde geçmişten bugüne var olabiliriz. Bu sebeple hafıza bir var olma biçimidir. Kitaplar duygu, düşünce, davranış dünyamızın yazılı hafızasıdır. Uzun bir geçmişin yaşanmışlıklarını önümüze serer. Medeniyet denilen şey geçmiş tecrübelerin aktarılarak yeniden üretilmesi değil midir? Tam da bu sebeple toplumlar için kitap medeniyettir. Geçmişin getirdikleri ile birlikte bugün var olabilmenin imkânıdır. Ya da başka bir deyişle unutma sürecinin sonunda hafızamızı tazeleyen şeyler mekânlar ve dış hafıza olarak kabul ettiğimiz kitaplardır.

Hatırlama sayesinde kim olduğumuzu biliriz, kimliğimizden haberimiz olur. Hafızamız sabit mekân ve kavram ilişkisine ihtiyaç duyar. Hafızası olmayanın kimliği olmaz. Var olma bilinci olarak “biz”in devamı, ortak bir bellek fikri ve inancı ile gerçekleşir. Kendini kökleriyle, geçmişiyle tarif eden bilinç, geçmişin bugün de yaşıyor olduğuna ihtiyaç duyar. Bu da kolektif hafızanın toplum için ne kadar önemli olduğunun göstergesidir.

Medeniyetler kitaplar sayesinde nefes alıp verir. Endülüs’te yakılan kitaplar bu yüzden bir medeniyet faciası olarak kabul edilir. Kitap varsa medeniyet vardır. Kitapları ellerinden alınmış medeniyetler ise hafızasızlığa mahkûm bırakılmıştır. Moğolların İslam medeniyetine ait önemli birçok eseri ve özellikle kütüphaneleri yıkması İslam âleminin gerilemesine sebep olarak gösterilir. Bu konuyla ilgili daha güncel olaylar da var. Irak’ın işgali, alfabe değişiklikleri, yakılan kitaplar, yok edilen tarih toplumsal hafızanın düşmanlarıdır. Son olarak Filistin işgalini de bu zaviyeden değerlendirebiliriz.

Geldiğimiz noktada bir muhasebe yapmak zorundayız. Geçmişe, eskiye, geleneğe, şehir kültürüne ait yaptığımız tahribat Moğol istilasından farklı gözükmüyor. Bu konuda bir paradigma dönüşümüne ihtiyaç var. Hatırlayış geçmişe methiyeler dizmek değildir. Her hatırlama geçmişi yeniden yorumlamak, inşa etmek, yeniden anlamlandırmak kısaca var oluş demektir. Var oluşumuzun ve varoluş gerekçelerimizin farkına vardığımızda geleceğe ilişkin bir hayal kurabiliriz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder