13 Ocak 2017 Cuma

BUĞDAY MI, HİKMET Mİ?


 "Alem-i sugrayız amma alem-i kübrayile
  Keffe-yi mizan-ı hikmette beraber gelmişiz."
NABİ

Kime hikmet verilirse, ona pek çok hayır verilmiş demektir. (Bakara, 269) buyruluyor Kuranda. Gazali şöyle tarif ediyor hikmeti: “Hikmet, varlıkların en yücesini, ilimlerin en faziletlisi ile bilmektir.” Hikmet
hakikati, tefekkürü, bilinci, takvayı, ahlakı, aklı, iradeyi ve vicdanı
içinde barındırır. Bu sebeple hikmet müminin yitiğidir.
Hani Yunus’a sormuşlar “buğday mı istiyorsun, hikmet mi?” diye. Bu soru her gün bize de sorulmakta. Ama biz her gün ısrarla “buğday” demeye devam ediyoruz. Yunus gibi aklımızı başımıza devşiremiyoruz sonunda. Bir türlü geri dönemiyoruz yanlışımızdan.
İnsanın fert olduğu, yalnızlaştığı, tenha kuyulara atıldığı, cemiyetin güruha dönüştüğü bu çağda “hikmet”e yer yok anlaşılan. Herkes tercihini “buğday”dan yana kullanıyor. Materyalist düşüncenin ruhlarımızı iğdiş ettiği modern zamanlarda elbette ki cevabımız: “buğday”. “Ben” ve “benlik” olan vasatlarda tercih buğdaydan yana olur; bunda şaşılacak bir şey yok. Kimsede şaşırmıyor zaten.
Buğday yerine hikmet diyebilmek zor. Her şeyin "buğday"la ölçülüp değerlendirildiği yerde "buğday"dan başka şeye itibar etmek için mangal gibi yürek gerekiyor insanda. Hatta yürek olması yetiyor, mangal gibi olmasa da olur. Kalp olması gerekiyor, gönül olması gerekiyor. Çünkü "hikmet" gönüle hitap ediyor. Buğday ise mideye...
Damarlarında faiz dolaşan, beyninin kıvrımlarında çek, senet, bono, repo, tahvil dolaşan insanın gönülle işi yok. Mantıkla hareket ettiğini düşünüyor. Ve bunun için tercihini buğdaydan yana kullanıyor. Gönülden uzaklaşanların mantık sistemi mideye bağlı çalışıyor. Bu sebeple en mantıklı cevap: "buğday".
Eşyanın ruhlara tahakküm ettiği bir muhitte “hikmet” diyebilecek babayiğit bulmak zor. Her mekânda, her ortamda birkaç kelime dolaşıyor: mal, mülk, meta, para… Kısaca her dudaktan salyayla karışık “buğday” dökülüyor.
Varlık içinde kaybolmamak ve var edeni hatırlamak amacıyla Osmanlı Sultanları parayla tuttukları kişilere “Mağrurlanma padişahım senden büyük Allah var” diye bağırtıyorlarmış. Şimdilerde her ev padişah sarayı, her öğünümüz padişah sofrası… Daha çok kazanıp, daha çok tüketmeye programlandık. Son model arabalarımızın içinde gurur abidesi gibi dururken bize kulluğumuzu ve aczimizi hatırlatacak insanlar yok ne yazık ki. Eşyaya fokus yaptığımız ruhumuz ve bedenimiz “hikmet”in uzağına düşüyor ister istemez.

Nefsin insan bedeni üzerinde egemenlik oluşturma çabasını bertaraf edecek en kısa yol hikmete yönelmek. Hikmet bir anlamda bilinmezlik içerdiğinden, insanların meyli hikmetten yana olmuyor. Velhasıl hikmetin alıcısı yok bu çağda. Ancak ümidimizi saklı tutmamız için bir sebep var. Çünkü ısrarla her gün bize “buğday mı, hikmet mi?” diye seslenen birileri var. Umulur ki bu ses maddenin pasıyla kirlenen kulak zarlarımızı aşarak ruhumuza ulaşır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder