"Alem-i sugrayız amma alem-i kübrayile
Keffe-yi mizan-ı hikmette beraber gelmişiz."
NABİ
Kime hikmet verilirse, ona pek
çok hayır verilmiş demektir. (Bakara, 269) buyruluyor Kuranda. Gazali şöyle
tarif ediyor hikmeti: “Hikmet, varlıkların en yücesini, ilimlerin en
faziletlisi ile bilmektir.” Hikmet
hakikati, tefekkürü, bilinci, takvayı, ahlakı, aklı, iradeyi ve vicdanı
içinde barındırır. Bu sebeple hikmet müminin yitiğidir.
hakikati, tefekkürü, bilinci, takvayı, ahlakı, aklı, iradeyi ve vicdanı
içinde barındırır. Bu sebeple hikmet müminin yitiğidir.
Hani Yunus’a sormuşlar “buğday mı
istiyorsun, hikmet mi?” diye. Bu soru her gün bize de sorulmakta. Ama biz her
gün ısrarla “buğday” demeye devam ediyoruz. Yunus gibi aklımızı başımıza
devşiremiyoruz sonunda. Bir türlü geri dönemiyoruz yanlışımızdan.
İnsanın fert olduğu,
yalnızlaştığı, tenha kuyulara atıldığı, cemiyetin güruha dönüştüğü bu çağda
“hikmet”e yer yok anlaşılan. Herkes tercihini “buğday”dan yana kullanıyor.
Materyalist düşüncenin ruhlarımızı iğdiş ettiği modern zamanlarda elbette ki
cevabımız: “buğday”. “Ben” ve “benlik” olan vasatlarda tercih buğdaydan yana
olur; bunda şaşılacak bir şey yok. Kimsede şaşırmıyor zaten.
Buğday yerine hikmet diyebilmek
zor. Her şeyin "buğday"la ölçülüp değerlendirildiği yerde
"buğday"dan başka şeye itibar etmek için mangal gibi yürek gerekiyor
insanda. Hatta yürek olması yetiyor, mangal gibi olmasa da olur. Kalp olması
gerekiyor, gönül olması gerekiyor. Çünkü "hikmet" gönüle hitap
ediyor. Buğday ise mideye...
Damarlarında faiz dolaşan,
beyninin kıvrımlarında çek, senet, bono, repo, tahvil dolaşan insanın gönülle
işi yok. Mantıkla hareket ettiğini düşünüyor. Ve bunun için tercihini buğdaydan
yana kullanıyor. Gönülden uzaklaşanların mantık sistemi mideye bağlı çalışıyor.
Bu sebeple en mantıklı cevap: "buğday".
Eşyanın ruhlara tahakküm ettiği
bir muhitte “hikmet” diyebilecek babayiğit bulmak zor. Her mekânda, her ortamda
birkaç kelime dolaşıyor: mal, mülk, meta, para… Kısaca her dudaktan salyayla
karışık “buğday” dökülüyor.
Varlık içinde kaybolmamak ve var
edeni hatırlamak amacıyla Osmanlı Sultanları parayla tuttukları kişilere
“Mağrurlanma padişahım senden büyük Allah var” diye bağırtıyorlarmış.
Şimdilerde her ev padişah sarayı, her öğünümüz padişah sofrası… Daha çok
kazanıp, daha çok tüketmeye programlandık. Son model arabalarımızın içinde
gurur abidesi gibi dururken bize kulluğumuzu ve aczimizi hatırlatacak insanlar
yok ne yazık ki. Eşyaya fokus yaptığımız ruhumuz ve bedenimiz “hikmet”in
uzağına düşüyor ister istemez.
Nefsin insan bedeni üzerinde
egemenlik oluşturma çabasını bertaraf edecek en kısa yol hikmete yönelmek.
Hikmet bir anlamda bilinmezlik içerdiğinden, insanların meyli hikmetten yana
olmuyor. Velhasıl hikmetin alıcısı yok bu çağda. Ancak ümidimizi saklı tutmamız
için bir sebep var. Çünkü ısrarla her gün bize “buğday mı, hikmet mi?” diye
seslenen birileri var. Umulur ki bu ses maddenin pasıyla kirlenen kulak
zarlarımızı aşarak ruhumuza ulaşır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder