Kişisel gelişim kitaplarından hep
uzak durdum. Kişisel gelişim kitaplarını bencilliğin dışa vurumu olarak
görüyorum. Hâlbuki Müslüman ferdiyetçi değil cemiyetçidir. Kendisini
geliştirmekle beraber başkalarını geliştirmenin de bir görev olduğunu bilir.
Kişisel gelişim kitapları bizi gizliden gizliye materyalist bir düşünceye sevk
ediyor. Bencil olmamızı salık veriyor. Kapitalizmin küresel egemenliği,
sermayenin sınır tanımaz küstahlığı insanı alabildiğine bencilleştirdi.
Kapitalizmin çarklarında kaybolan, ezilip yok olan insanlığın davası. Hepimiz
tüketimin sadık kullarıyız.
Adam olmak değil, adam gibi
görünür olmak. Böyle düşüncenin sahibinde insanlık adına, insanlık için bir
dertten bahsedebilir miyiz? Var mı bir diğerimiz için mücadeleyi göze alabilen?
Bizi adam edebilecek bir gelişim modeli var mı? Hayır, hepsi algıyı nasıl
yöneteceğimizi, daha doğru bir ifadeyle karşımızdakileri nasıl aldatacağımızı
anlatıyor. Bütün hesap kişisel gelişim, bir başkası için endişe duyan, bir
başkasını düşünen yok; kendini kurtarma peşinde koşmanın bir yok oluş olduğunun
farkına varmadan. Kendimizi geliştirelim derken; aslında insanlığı
kaybediyoruz. Yaşamakta olduğumuz zamanların muhasebesini yapmaya oturduğumuzda
elimizde avucumuzda kalan çok fazla bir şeyin olmadığını görüyoruz: Bencillik,
enaniyet, egoizm...
Gelişim, vizyon, reklam, imaj
gibi kavramlar insanlığın yeni putları olarak piyasaya sürüldü. Ahlaki değerler
hayatımızdan uzaklara gittiler göçmen kuşlar gibi. İdealler uğruna ter dökmek,
fikirler uğrunda serden geçmek dışlandı. Şimdi ideallerin görüntüye hapsedilmiş
suretleri var. İmaj her şey. Yalandan müteşekkil görüntüler dünyasında
yaşıyoruz. Tek gerçek: egoist bir tavırla kazanmak, daha fazla kazanmak…
Halbuki “komşusu aç iken tok yatan bizden değildir.” bizim şiarımızdı.
Kazanmanın, fütursuzca harcamanın dışındaki bütün davalar yok sayılıyor. Yeter
ki benim düzenim iyi olsun, gerisi ne olursa olsun hastalığı.
İnsanlık onurunu imaja
dönüştürenlere yeniden insanlığı hatırlatmak için geç kalmış değiliz. Bizi
insanlıktan çıkartıp menfaatlerimizin peşinde koşturan, bizi ferdileştiren,
bencilleştiren hayat tarzına karşı itiraz etmek yetmeyebilir, isyan etmek
lazım. Var olanı anlatmaya çalışmak, durumu vuzuha kavuşturmak için
kullandığımız dil agresif kabul edilebilir. Çekilen fotoğrafın görüntüsü
hoşumuza gitmeyebilir. Maalesef kadraja girenler gerçeğin küçük bir parçası.
Bütün bunlara rağmen umutluyuz. Çünkü insanın özünde var olan fıtrata inanıyoruz.
Mevdudi’nin “Gelin Bu Dünyayı
Değiştirelim?” adlı kitabı, dünyayı herkes için yaşanabilir kılma mücadelesinin
Eşref-i Mahlûkat olmakla direkt bağlantısını vurguluyor: Haysiyet Davası…
Yeryüzünü modern bir puthaneye çeviren sapkın zihniyetin ve paganist
inanışların karşısında tevhit mücadelesinin kaçınılmazlığı gözler önüne
seriliyor.
Nu’mân İbni Beşîr(ra)dan rivayet
edildiğine göre, Nebî (sav) şöyle buyurdu: “Allah’ın çizdiği sınırları
aşmayarak orada duranlarla bu sınırları aşıp ihlâl edenler, bir gemiye binmek
üzere kur’a çeken topluluğa benzerler. Onlardan bir kısmı geminin üst katına,
bir kısmı da alt katına yerleşmişlerdi. Alt kattakiler su almak istediklerinde
üst kattakilerin yanından geçiyorlardı. Alt katta oturanlar: Hissemize düşen
yerden bir delik açsak, üst katımızda oturanlara eziyet vermemiş oluruz,
dediler. Şayet üstte oturanlar, bu isteklerini yerine getirmek için alttakileri
serbest bırakırlarsa, hepsi birlikte batar helâk olurlar. Eğer bunu önlerlerse,
hem kendileri kurtulur, hem de onları kurtarmış olurlar.” (Buhârî, Şirket 6;
Şehâdât 30. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 12.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder