Cennetteki yasak ağacın
meyvesinden yenilmesinin asıl nedeni, İblis’in ağaca dair yorumunun Âdem ve eşi
tarafından mutlak doğru kabul edilmesidir. İblis, onları cennetten kovdurmak
için, ağacın meyvesinin ölümsüzlük iksiri taşıdığı ve yenilmesi halinde sonsuz
mutluluk yurdu olan cennetten çıkarılmaları olasılığının tamamen ortadan
kalkacağı tezini üretti. Emir kesindi "bu ağaca yaklaşmayın."
Âdem (as), yasak meyvenin
kendisine ölümsüzlük getireceği şeklindeki İblis’in yorumunu mutlak doğru
sayması nedeniyle cennetten uzaklaştırılmıştır.
Şeytan ise yaratılışa dair bir
yorumda bulundu. "Onu topraktan beni ateşten yarattın, ateş topraktan
hayırlıdır." Bu yorum ebedi olarak cennetten kovulmasına neden oldu.
Aslında Âdem’e isimlerin
öğretilmesi ve o isimleri meleklerin karşısında söylemesi olayı, Âdem’e yorum
yetisinin verildiği anlamına gelir. Varlık, kendisini dışa vurmaya içkin,
metafizik ise fiziki anlamlandırmaya içkin bir özellik arz ettiği için yorum
kaçınılmaz bir gerçekliktir. İnsanın yapısında yorum yapma yetisi olduğundan
Kabil ile Habil ayrı düşebilmiş.
Allah’ın Âdem’e kitap
göndermesinin bundan sonrasında da peygamberleri kitapla göndermesinin ana
sebebi bu olabilir mi? İnsanların varlığın yalın halini çarpıtmadan ve özünden
koparmadan algılamasına yardımcı olmak, subjektif yargılarına varlığın hakikatini
hapsetmemek ya da varlığın gayesinin anlaşılmasına sürekli katkı sağlamak.
İnsanlık tarihine topluca göz
atacak olursak, insanlık tarihi boyunca esas olarak olgular ve Allah’ın
olgulara dair sözleri karşısındaki insanların yanlış yorumlamalarını görmüş
oluruz. Samiri’nin buzağı heykeli böyle bir yorumdur. Firavun ve yandaşlarının
yorumu da böyledir.
İnsan yoruma müptela kılınmış.
Kendi donanımı ve varlığın aklı karşısındaki kışkırtıcı cazibesi insanın
yorumunu evrensel bir realite olarak ortaya koyar. Din konusu iman ile
ilintilidir. İnanırsınız o kadar. Dogmatik kurallar içerir. Yorum herkeste
farklı şekillerde gelişen bir gerçekliktir.
Yorumun dinin yerine geçmeyeceğini, her insanda farklı tezahür ettiğini
bilmek gerek.
Bildiğimiz bir şey var ki,
âdemoğlunun bir yorumdan diğerine yuvarlanarak bugüne ulaşmış olduğudur. Ali
Şeriati, insanın tarih, doğa, toplum ve benlik gibi zindanları olduğunu söyler.
Buradan çıkaracağımız sonuç yorumun kutsanmaması olmasına rağmen Şeriati Habil
ve Kabil kıssasından hareketle kapitalizm fikrinin başladığı yorumunu kutsaması
bir ironi olarak karşımızda durur.
İlk insanın bilgi kaynağı
vahiydi. Ancak Kabille birlikte insan için yeni bir tehlike ortaya çıktı.
Vahyin işaret ettiği anlam yerine yorumun kutsanması. Kabil kendi yorumunda
ısrar ederek onu kutsuyordu. Gerçi şeytan da daha önce kendi yorumunu
kutsamıştı fakat insan düşüncesinde yorumun kutsanması Kabil’e aittir. İblis’in
Âdem’le ilgili ve Âdem’in de yasak meyveyle ilgili verdikleri ilk tepkiler ve
yaptıkları yorumların yanlışlığı ancak Allah’ın açıklamaları ile
anlaşılabilmişti. Vahyin, işaret ettiği anlam yerine yorumun öne çıkarılması
insanın zindanı demekti.
İnsanın en öncelikli öncülü
fıtrattır, bunun en biricik kaynağı ise vahiy. İnsan aklı temel erdemleri
doğrudan doğruya ilahi kitapta bulur. Böylece akılla ilahi kitap aynı
düzlemde hareket eder. Buna ‘selim akıl’ diyoruz. Kişi, hakikati buluncaya
kadar sonuna kadar aklını kullanma hürriyetine sahip. Necip Fazıl şöyle der:
“İşte, derin ve gerçek müminde ilahi nimetlerin en zenginlerinden biri olan
akıl; Şer’i isimlendirilişiyle selim akıl Şeriatı yegane ve mutlak hakikat
mizanı sayar ve bu mutlak mizanı ayrıca mizana çekmek kudretini nefsinde
görmez.”
İnsan sınırsız yorum yapma
hakkına sahiptir ve yaptığı yorumu kutsamadıkça suçlu değildir. İnsanlığın
tarihi boyunca işlediği en temel suç; vahyin kaynaklığı dışında kendi yorumunu
ve mantığını kutsamasıdır. Allah(cc) yorumun kutsanmasını Kuran’da eleştirir.
(Bakara, 170; Maide, 104) Böylece hakikatle insan arasındaki alanı temizler.
Yukarıda felsefesini yaptığımız akıl
ve yorum için son söyleyeceğimiz ise şudur: Allahu Teâlâ insana yorum yapma
melekesini/yetisini verirken hangi kul düşünmemizi sınırlandırarak yorum
yapmamıza engel koyabilir. Düşünmemizi ipotek altına alarak kendisinden farklı
düşünmeyen robotlar olmamızı isteyebilir.
İnsanın, varlık karşısında yalnız
bırakılmaması, Allah’ın sözleri ile desteklenmesi aslında insana yapılan en
büyük lütuftur. Bu şekilde insan, hem nesneyi doğru okuyup değerlendirme, hem
de yanlış yorumlara sapmama imkânı. Varlığı okuma, düşünme, tanıma, tanımlama
ve kullanmada üst bir bakış kazanmış ve koordinat düzlemindeki kendi yerini de
sürekli test edebilme imkânına kavuşmuştu.
Allah’ın vahiy göndererek insanla
sözlü iletişim kurması, insanın, varlıkla kutsamadan anlama dayalı bir ilişki
kurmalarına yardımcı olmak içindi. Ancak vahiyle birlikte yeni bir tehlike daha
ortaya çıktı. Vahyin işaret ettiği anlam yerine yorumun kutsanması.
Yukarıda da söylediğimiz gibi
iman kabulden ibarettir. Talebenin birisi hocasına sorar: İman nedir? Hocası
beni dışarı çıkarın der. Dışarısı karanlıktır. Eliyle uzakları işaret ederek
orada bir ışık var görüyor musun? der. Talebe orada ışık olmadığını söylese de
hoca ısrarla ışığın varlığından bahseder. Sonra da talebeye dönerek şöyle der:
"iman budur işte. Ben öyle inanıyorum."
Şu uyarı hepimiz içindir: “Onlar,
Allah'ı bırakıp bilginlerini ve rahiplerini rablar (ilahlar) edindiler ve
Meryem oğlu Mesih'i de. Oysa onlar, tek olan bir ilah'a ibadet etmekten başka
bir şeyle emrolunmadılar. O'ndan başka ilah yoktur. O, bunların şirk koştukları
şeylerden yücedir.” (Tevbe, 31)
Yukarıda yazılanların bana ait
yorumlar olduğunu ekleyerek kendi yorumumu kutsamadığımı da ifade etmiş olayım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder