“Bu devir, sıradan insanın en
parlak zamanı; duygusuzluğun, bilgisizliğin, tembelliğin, yeteneksizliğin
hazıra konmak isteyen bir kuşağın devridir. Kimse bir şeyin üzerinde durup
düşünmüyor. Kendisine bir ülkü edinen çok az. Umutlu birisi çıkıp iki ağaç
dikse herkes gülüyor; “yahu bu ağaç büyüyünceye kadar yaşayacak mısın sen?” Öte
yanda iyilik isteyenler, insanlığın bin yıl sonraki geleceğini kendilerine dert
ediniyorlar. İnsanları birbirine bağlayan ülkü tümden yitti, kayıplara karıştı.
Herkes, yarın sabah çekip gidecekleri bir handaymış gibi yaşıyor. Herkes
kendini düşünüyor. Kendisi kapabileceği kadar kapsın, geride kalanlar isterse
açlıktan, soğuktan ölsün, vız geliyor.”
Yukarıdaki cümleler tanıdık geldi
mi? 1821-1881 yılları arasında yaşamış olan ünlü Rus yazar Fyodor
Dostoyevski’ye ait bu sözler. Bize hiç de yabancı gelmeyen ve 21. yüzyılın
başlarındaki insanlığı tarif eden bu sözler; insanlığın yüzyıllar öncesinde
başlayan irtifa kaybının devam ettiğini göstermekte.
Sokaktaki insanı tarif eder gibi
görünen bu cümleler aslında hepimizi tarif ediyor. İnsan bugün bir ticari mal
konumuna düştü, tarihte insanların emeği sömürülürken bugün insanın kendisi
alıp satın alınan bir meta haline dönüştü. Bizim, bazen unuttuğumuz ama hiçbir
zaman gündemden düşmeyen bir konudur bu.
Japonya'da cenin lüks bir yemek
olarak kabul ediliyor, yani canınız cenin yemek isterse hastahaneden 200 ile
750 dolar arasında değişmekte olan fiyata alıyorsunuz. Japonya'da cenin
yamyamlığı maalesef oldukça yaygın durumda çünkü bu insanlar bunu sağlık verici
ve güzelleştiren bir uygulama olarak görüyorlar.
Bu bizim hepimizin ayıbıdır, biz
bu sorunları asla ve asla görmezden gelemeyiz. Aksi takdirde insanlığımız kayıp
etmiş oluruz. Bu tarz sorunlar ile beraber, omuz omuza savaşmamız gerek,
sesimizi duyurmamız gerek.
Ümitlerin tükenmekte olduğu
süreçlerde; yeni bakış açıları, yeni düşünme biçimleri, yeni yaklaşımlar gibi
her zaman yapılacak doğru bir şeylerin olduğuna inanıp, insanlığın ıskaladığı
medeniyetle tekrar insanlığı buluşturmak için çaba sarf etmek ve düşünmek
gerekir.
Medeniyet, an’ın büyüsüne kapılıp
geleceğin ıskalanmamasıdır. Medeniyetin rüyasını görebilmek, hayalin
derinliklerine doğru tohumlar ekmekle mümkün. Sorumsuz bir neslin medeniyet
inşa etmesini beklemek kadar beyhude bir durum düşünülemez.
Çaplı insan yetiştiremiyoruz: 'Ortalama' insanlar yetiştirmekle
yetiniyoruz ve bununla övünüyoruz bir de! İnsana verilen akıl, güzeli çirkinden
temyiz/ayırma gücü, insana verilen nimeti ve değeri göstermesi bakımından
önemli. Hz. Ali'ye izafe edilen şu beyitler, insanın değerini anlatmakta:
"İlacın sendedir de farkında olmazsın. Derdin de sendendir fakat
görmezsin. Sanırsın ki sen sâde, küçük bir cirimsin; Halbuki sende dürülmüş en
büyük âlem."
İnsana yatırım yapamadığımız, kendi insanımızı, 'insan tipi'mizi
yetiştiremediğimiz sürece, aslında kendi sonumuzu hazırladığımızı, kendi
ayağımıza kurşun sıktığımızı görmemiz gerekiyor. Medeniyet rüyası gören
kafalara ihtiyacımız var ve bu kafaları yetiştirmek için seferber olmalıyız.
Gözü kapalı her şeye eyvallah diyen beynini kullanamayan insan
tipleriyle nereye kadar. Açıkçası, bu
gidiş, hayırlı bir gidiş değil, bitiş gibi görünüyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder