Akıl bağlanmak manasına Arapça
bir kelime. Türkçesi ‘us’tur. Olayları, eşyayı bir yere bağlıyorsunuz ya da kendinizi
bağlı tutuyorsunuz. Akıl bu yönüyle mükellef olmamızın tek şartı. Diğer yönden
bir Zen ustasının dediği gibi; “Akıl, kendi cevap veremeyeceği soruları insanın
başına musallat etmekten başka bir işe yaramıyor” kimi zaman... Aklın
hakikate ulaşmakta tek kaynak olmadığı aşikar. His’e gelince; his ferdidir.
Hislerin şahsa ait olduğunu ve anlatılmasının kolay olmadığını biliyoruz.
Olaylar karşısında, manzara karşısında hisleniriz, hislerimizi kelimelerle
ifade etmeye çalışırız. Bilgi histen farklıdır. Gerçeklik yanı ağır basar.
Bilmek bir farklılıktır, ama bir
değer değildir. Bu konuda Peygamberimizin hadisi şerifi şöyledir: “Faydasız
ilimden Allaha sığınırım.” Yunus: “İlim ilim bilmektir, İlim kendin bilmektir”
der. Âlim akıl ile düşünerek bilir. Biz buna ilim diyoruz. Arif ise düşler ve
tanır. Bunun adı da irfandır. İlimle irfan arasında da fark vardır. İlim kesbi,
irfan vehbîdir. Biri alın teri, biri hediye. Birisiyle alim olunuyor diğeriyle
arif.
Akıl ile his arasında hayal
vardır. Hayalin bir gerçekliği yoktur. Ancak beyin hayali gerçek kabul ederse
bu bir hastalık hali kabul edilir. Bilmek farklılıktır dedik, âlim cahile karşı
üstündür. Bilgi tabiatı icabı entelektüeldir. Herkesin malı değildir. Bu
sebeple bilginin değerini bilenler de azdır.
Bilgiden, ilimden nasiplenmemiş
insanlarla alimin farkını görmemek cehaletin vasfıdır. İlim fark edilmeyecek
kadar vasıfsız bir şey değildir. İlim bizatihi değerlidir. Bu değeri fark
ettirecek olan ise âlimdir. Âlimler toplumu yönlendirdiği zaman bilginin değeri
vardır. Bilgi bir gayeye matuf olmak zorunda. Âlimin doğrudan yana değil
güçlüden yana tavır koyması onu Bel’amlaştırır. Bel’am yanlışı süslü
kelimelerle doğru gibi sunandır. Sapla samanın, âlim ile cahilin fark
edilmediği toplumlarda kamu her şeyin doğru ve iyi olduğunu zanneder. Bu durum
toplumun geleceği adına endişe verici bir durumdur.
Bilgi karekteri gereği sahibine
özgüven sağlar. Bilginin sahibi kendini kuvvetli görür. Eğer sahibi bilgiyi
taşıyamayacak vasıftaysa tahakküme kalkışır. Bu tür bilgiye iktidar aracı bilgi
diyebiliriz. Ya da enstrümantal bilgi. Burada bilginin meşruiyetini daha
doğrusu ahlakla olan irtibatını sorgulayabiliriz. Bilginin tahakküm aracı
olarak kullanılması bilginin kendinden değil; bilenle alakalı bir durumdur.
Modern bilimin en büyük
eksiği, insanda kainat hakkında bütüncül bir tasavvur oluşturacak
bir metafizik sistem sunamamış olması ve hatta böyle bir amacının dahi
bulunmayışıdır. Allahu Teala Adem’e bilgi, akıl vermekle kalmamış kendisini
vahiyle desteklemiştir.
Gerçek âlim “bağrı başlu, gözü
yaşlu” hizmet ehli, varlığından soyulmuş ve hayat kervanının en sonunda yürüyen
bir neferdir. Kavuğuyla değil, kalbiyle tahakküm edendir. Güçten değil Hakk’tan
kuvvet alacaktır, yalnızlığı ile Allah’ın saltanatına sığınacaktır. Allah’ın
kullarına hizmetin, Allah’a hizmet olduğunu bilendir. Kısaca halka hizmet hakka
hizmettir düsturu…
Modern bilimin sunduğu verilerin, insan için
gereksizliğini söylemek ne kadar anlamsızsa, modern bilimin insanı sezgisel
algılayışlarından soyutlamaya çalışması da bir o kadar anlamsız. İnsanın bir aşkın
(müteal) varlığa inanmak doğası vardır. Modern bilim insana, bilmediği bir adrese
ulaşabilmesi için bir harita sunmaktadır. Vahiy ise bu haritayı okuyarak yol
boyu bize rehberlik edecek kılavuz gibidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder