Fertlerin toplumsal roller
alabilmesi, toplumun bir parçası olabilmesi,
tavır alışlarını ve davranış şekillerini gösterebilmesi, daha doğrusu
şahsiyet kazanabilmesi için bir sosyalleşme safhasından geçmesi gerekmekte.
Bu sosyalleşme safhasında fert,
içinde yaşadığı toplumun ve kültürün içinde kendi inşa sürecini tamamlar.
Toplumdan aldığı kültür unsurlarını değerlendirerek, analiz ederek, kabul veya
reddederek kendine göre bir form oluşturur, bu form o kişinin şahsiyetidir. Her
toplum, kendi insanlarına kendi kültürel şahsiyetini kazandırdığı gibi, her
birey de edindiklerini işler, içselleştirir böylece toplumun değişmesine ve
gelişmesine hizmet eder. Toplumun bireyi şekillendirdiği kadar, birey de
toplumu şekillendirir. Buna karşılıklı etkileşim diyebiliriz.
Her insan toplumun bir ferdidir,
şahıstır. İslam ferde şahsiyet kazandırmak için uğraş verir. Şahsiyeti inşa
süreci yoğun bir şuurlaşma ile gerçekleşir. Buna bilinç hali diyebiliriz.
Şahsiyet dediğimiz şey bir bakıma insanlık onuru. İnsanı birey olarak gören
modern zamanlar ya da insanı hiç görmeyen kadim zamanların hilafına İslam
insana şahsiyet kazandırdı. İslamsız zamanlar, duyarsız, değersiz, gayesiz,
kimliksiz, kişiliksiz yığınlar yetiştirmekte. Hedefsiz kitleler, duyarsız
kalabalıklar; yani güruh. Modern zamanlar ise yalnız bireyler.
Modern hayatın tahakküm organları
çoktur. Niteliksiz çoğunluk, televizyon, medya, çevre, popülerizm, marka… Bu
tahakküm unsurları şahsiyetin oluşmasına engeldir. Bu tahakküm unsurlarına
karşı bizi koruyacak olan da İslamî düşünce. Haz ve hızın tahakkümünden bizi
kurtaracak olan duruş bu. “İnsanoğlunun bir vadi dolusu altını olsa ikinci bir
vadi dolusu daha altın ister.” (Buhârî, Rikak, 10; Müslim, Zekat, 116-119)
Rasulullah(sav) Müslüman insanın
inşasını sürdürürken merkeze insanı aldı, insanlara şahsiyet kazandırdı. Bu
anlamda şahsiyet inşa edilen bir şeydir. Şahsiyet insana ait temel hak ve
hürriyetlerin tamamını oluşturan “şey”dir. Çünkü şahsiyetsiz insan
özgürlüğünden ve haklarından vazgeçer. Hz. Ali Efendimizin şu sözünü
hatırlatmak gerekiyor. “Haksızlık karşısında susmayınız; zira hakkınızla
birlikte şerefinizi de kaybedersiniz.”
Ancak ne var ki Kur’an, zaman
zaman insanın açgözlü, şımarık, egoist, zayıf, aciz, zora dayanamayan, aceleci,
akıl tutulmasına sahip, nankör, gözü doymaz, zalim, cahil gibi pek çok
zaaflarla yüklü bir varlık olduğunu, (Meâric, 19-21; Fecr, 16, 20; Nisa, 28;
Nahl, 4; Ahzâb, 72; A'raf, 200; Araf, 179) aktarır bize. İnsanı bu hale sokan
genelde çevre olur. Popülerizm önce çevremizi ele geçirir. Ardından mahalle
baskısı gelir. Şahsiyetli olmak bu çevreyi kaybetmeyi göze almakla eşdeğerdir.
Modernizmin ağına düşen insan,
değerlerini terk edebilen ama tüketmeyi terk etmeyen insandır. Kapitalizm ise
insanı tüketen varlık olarak tanımlar. Kapitalizmin ilahları böyle ister.
Elbiseyi, makamı, unvanı velhasıl her şeyi hızlı bir şekilde tüketir. Tüketir
ki kapitalizmin çarkları dönebilsin. Bu tüketim çılgınlığı içerisinde karşısına
çıkan her tarzı benimser. Her tarzı benimserken kendine has bir tarz
oluşturamaz. Kısaca kendi şahsiyeti ortada kalmaz. Her şahsiyetin rengine
bürünen insanın kendi rengi olmaz. Kısaca bulunduğu ortamın rengini alır. Hint
kelebeği gibi olur. Daha yaygın bir tabirle bukalemunlaşır.
İnsanı “eşref-i mahlûkat” yapan
bildiğiyle amil olması, başka bir deyişle edindiği şahsiyete sahip çıkmasıdır.
Bilinçli suskunluk taşınamayacak bir zillettir. “Dilsiz Şeytan” durumuna düşmemek
için suskunluğa son vermek gerekir. Toplum çağdaş hoşgörü adına bu durumu
içselleştirebilir. Ancak Müslüman’ın böyle bir bakış açısı olamaz. Hâlbuki
adaletsiz bir hayat şahsiyetin parçası olamaz. Vasıfsızlığın tahakküm ettiği
ortamda “vasıf” tamamen “rüküş” gözükebilir. Şahsiyetsizliğin hüküm sürdüğü
toplumlarda birçok bireyin vasıfsızlıktan icazet almak için kuyrukta beklemesi
insanlık adına utanç verici. Çağdaş ilahlar şahsiyete değil; müşteriye ihtiyaç
duyar. Maalesef popüler kültür bu tür ilahları çoktan üretmiş, hatta seri
üretime geçmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder