13 Ocak 2017 Cuma

ŞAHSİYETİN İNŞASI


Fertlerin toplumsal roller alabilmesi, toplumun bir parçası olabilmesi,  tavır alışlarını ve davranış şekillerini gösterebilmesi, daha doğrusu şahsiyet kazanabilmesi için bir sosyalleşme safhasından geçmesi gerekmekte.
Bu sosyalleşme safhasında fert, içinde yaşadığı toplumun ve kültürün içinde kendi inşa sürecini tamamlar. Toplumdan aldığı kültür unsurlarını değerlendirerek, analiz ederek, kabul veya reddederek kendine göre bir form oluşturur, bu form o kişinin şahsiyetidir. Her toplum, kendi insanlarına kendi kültürel şahsiyetini kazandırdığı gibi, her birey de edindiklerini işler, içselleştirir böylece toplumun değişmesine ve gelişmesine hizmet eder. Toplumun bireyi şekillendirdiği kadar, birey de toplumu şekillendirir. Buna karşılıklı etkileşim diyebiliriz.
Her insan toplumun bir ferdidir, şahıstır. İslam ferde şahsiyet kazandırmak için uğraş verir. Şahsiyeti inşa süreci yoğun bir şuurlaşma ile gerçekleşir. Buna bilinç hali diyebiliriz. Şahsiyet dediğimiz şey bir bakıma insanlık onuru. İnsanı birey olarak gören modern zamanlar ya da insanı hiç görmeyen kadim zamanların hilafına İslam insana şahsiyet kazandırdı. İslamsız zamanlar, duyarsız, değersiz, gayesiz, kimliksiz, kişiliksiz yığınlar yetiştirmekte. Hedefsiz kitleler, duyarsız kalabalıklar; yani güruh. Modern zamanlar ise yalnız bireyler.
Modern hayatın tahakküm organları çoktur. Niteliksiz çoğunluk, televizyon, medya, çevre, popülerizm, marka… Bu tahakküm unsurları şahsiyetin oluşmasına engeldir. Bu tahakküm unsurlarına karşı bizi koruyacak olan da İslamî düşünce. Haz ve hızın tahakkümünden bizi kurtaracak olan duruş bu. “İnsanoğlunun bir vadi dolusu altını olsa ikinci bir vadi dolusu daha altın ister.” (Buhârî, Rikak, 10; Müslim, Zekat, 116-119)
Rasulullah(sav) Müslüman insanın inşasını sürdürürken merkeze insanı aldı, insanlara şahsiyet kazandırdı. Bu anlamda şahsiyet inşa edilen bir şeydir. Şahsiyet insana ait temel hak ve hürriyetlerin tamamını oluşturan “şey”dir. Çünkü şahsiyetsiz insan özgürlüğünden ve haklarından vazgeçer. Hz. Ali Efendimizin şu sözünü hatırlatmak gerekiyor. “Haksızlık karşısında susmayınız; zira hakkınızla birlikte şerefinizi de kaybedersiniz.”
Ancak ne var ki Kur’an, zaman zaman insanın açgözlü, şımarık, egoist, zayıf, aciz, zora dayanamayan, aceleci, akıl tutulmasına sahip, nankör, gözü doymaz, zalim, cahil gibi pek çok zaaflarla yüklü bir varlık olduğunu, (Meâric, 19-21; Fecr, 16, 20; Nisa, 28; Nahl, 4; Ahzâb, 72; A'raf, 200; Araf, 179) aktarır bize. İnsanı bu hale sokan genelde çevre olur. Popülerizm önce çevremizi ele geçirir. Ardından mahalle baskısı gelir. Şahsiyetli olmak bu çevreyi kaybetmeyi göze almakla eşdeğerdir.
Modernizmin ağına düşen insan, değerlerini terk edebilen ama tüketmeyi terk etmeyen insandır. Kapitalizm ise insanı tüketen varlık olarak tanımlar. Kapitalizmin ilahları böyle ister. Elbiseyi, makamı, unvanı velhasıl her şeyi hızlı bir şekilde tüketir. Tüketir ki kapitalizmin çarkları dönebilsin. Bu tüketim çılgınlığı içerisinde karşısına çıkan her tarzı benimser. Her tarzı benimserken kendine has bir tarz oluşturamaz. Kısaca kendi şahsiyeti ortada kalmaz. Her şahsiyetin rengine bürünen insanın kendi rengi olmaz. Kısaca bulunduğu ortamın rengini alır. Hint kelebeği gibi olur. Daha yaygın bir tabirle bukalemunlaşır.

İnsanı “eşref-i mahlûkat” yapan bildiğiyle amil olması, başka bir deyişle edindiği şahsiyete sahip çıkmasıdır. Bilinçli suskunluk taşınamayacak bir zillettir. “Dilsiz Şeytan” durumuna düşmemek için suskunluğa son vermek gerekir. Toplum çağdaş hoşgörü adına bu durumu içselleştirebilir. Ancak Müslüman’ın böyle bir bakış açısı olamaz. Hâlbuki adaletsiz bir hayat şahsiyetin parçası olamaz. Vasıfsızlığın tahakküm ettiği ortamda “vasıf” tamamen “rüküş” gözükebilir. Şahsiyetsizliğin hüküm sürdüğü toplumlarda birçok bireyin vasıfsızlıktan icazet almak için kuyrukta beklemesi insanlık adına utanç verici. Çağdaş ilahlar şahsiyete değil; müşteriye ihtiyaç duyar. Maalesef popüler kültür bu tür ilahları çoktan üretmiş, hatta seri üretime geçmiştir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder