Kibir, insanoğlunun en zayıf
özelliklerinden biridir. Kendini büyük görme, kendini başkalarından üstün
tutması durumu. Kibir olgunlaşma, kâmil insan olma önündeki en büyük
engellerden. Eksiklerini ve yanlışlarını bilmeyen ya da onlarla yüzleşmek
istemeyen kimselerin ortak özelliği. Alçak gönüllük ve tevazu erdemlerinin zıt
kutbu.
Kibir, kendinden başkasını hor ve
hakir görmek; ucub ise, kendini beğenmek ve şahsını başkalarından üstün
bilmektir. Bu iğrenç huylar, kişinin kalbi ile güzel ahlâk arasına çekilen
birer manevi afet perdesidir. “Ha kibrit, ha kibir. İkisi de yakıcı.” diyor
İbrahim Tenekeci.
Kibir insanın haddini
bilmemesidir. Pişmemiş ham ruhların bir hastalığıdır kibir. Kibir insanın
cahilliğini ortaya koyması, sınırlarından haberdar olmaması durumu. Kibir
hakikatten habersiz olmaktır. Hangi makamlara gelsek de, hangi payelere ya da
maddi değerlere sahip olsak da yaşamlarımızda birer öğrenciyiz. Hakikat ve
bilgelik ışığına doğru yapılan yolculuğa koyulan bilinçli insanlar, ruhlarını
kaplamaya çalışan kibir gölgesini kendi aydınlıkları ile yakıp geçmelidir.
Konfüçyüs: ‘Hikmet ile tamamlanmış ilim ve akıl insanı bilgeliğe götürür, onu kâmil
insan olmak yoluna sokar’ der.
Nietzsche şöyle diyor: “Kibir
ruhu kaplayan deridir.” “Kibir, kendinden habersizliktir! Tıpkı güneşten haberi
olmayışı gibi buzun." der Mevlana.
Firavunda Musa (as)a şöyle
demişti. “Âlemlerin rabbi ne demek.” İnsanın kendi varlığı hakkında bilgi
sahibi olmamasının sonucu bu. Titanic armatürü Bruce Ismay Titanic için “Tanrı
bile batıramaz” demişti. Bu insanoğlunun tanrıya başkaldırısı, kibrin zirvesi.
Benlik ve büyüklük iddiasının
kaynağı, insanın, ilâhî kudret karşısında kibirlenmesidir. Yani büyük bir
sahrada bir kum tanesi bile olmamasına rağmen bu halini unutarak elindeki, Allah’ın
ihsan ettiği birtakım emanet imkânlara aldanmak suretiyle kendisini büyük
görmesi, kibirlenmesidir. Kibir ise, hiç şüphesiz insana, onu olduğundan daha
güçlü, hünerli ve kabiliyetli gösterir. Oysa mahlukatta ne kadar güç varsa,
Cenâb-ı Hakk’ın ihsan ettiği güç değil midir? Nitekim Firavun ve Nemrud’un
ilâhlık iddiasına kadar varan kibirleri ve neticede ilâhî intikama sebep
olmuştur.
Tevazu ise “Nefsini bilen Rabbini
bilir!..” (Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, II, 361) düsturunu öğretir bize. Zira kendi
durum ve mevkisini bilen her kul, ona göre hayat sürer, yani Yaratıcısını ve
O’nun yüce emirlerini idrak ederek yaşar. Kulluğunu bilir kısaca.
Gönüllerin iman güzellikleri ve
ahlâkî faziletlerle tezyin edilebilmesi, ancak “kibir ve ucub”dan
temizlenmesiyle mümkündür. Geldiği yeri düşünmeden, gideceği yeri hesaba
katmadan, kendisine türlü nimet ve imkânlar bahşeden Allah Teâlâ’nın emirlerine
muhalefet ile kibre saplanmak, ne hazin bir gaflet ve ne korkunç bir ahiret
sefaletidir. Mütekebbir Kisraları yerin dibine geçiren, zalim Kayserleri helak
eden, Firavunlara denizin ortasında acziyetini tattıran kibrin ne kadar kötü
bir fiil olduğunu unutmamak gerek.
İnsana yakışan, kibir değil,
izzettir. İnsan için, izzette itibar ve şeref vardır, kibirde yoktur. Kibrin
insana yasaklanması, ancak 'haddini bilme' olarak açıklanabilir. Ölümlü
olduğunu bilen ve ona göre yaşayan insanlara fazlasıyla ihtiyacımız var. Çünkü
ölüm, bizi insan olmaya ve kalmaya zorluyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder