13 Ocak 2017 Cuma

USULÜMÜZ ASILIMIZDIR

 

Usul bilgisi ilmin mantığıdır. Usulsüz asıl olmaz. Usul dersleri medrese eğitiminde asıl ilme geçmeden önce okutulan dersin adıdır. Şimdilerde buna metodoloji deniliyor. Yani bir bilimde ilerlemenin usulu nedir. Hangi metod bu ilmi anlamamıza ve öğrenmemize kapı aralar. Bir ilmi tedris ederken hangi usul ile hareket etmeliyiz. Usul ilmi bunlardan bahseder.
Bir hedefe varmak için belli bir yol takip etmelisiniz. Yolsuz hedefe varmak imkânsızdır. Bu yüzden dağda gezenle, yolda yürüyene farklı isimler veriyoruz. İlim hedefse, yol usuldür. Daha farklı bir ifadeyle usulsüz âlim olmak demek yolsuz dolaşmakla eş değer.
Mesela tarih metodolojisi bilmeden tarih ilmi konusunda ahkâm kesemezsiniz. Usul olmadan okuduğumuz tarihi olaylar hikâye olmaktan öteye geçmez. Araştırmalarda da durum aynıdır. Bir araştırma yapmak için belli bir usul (metod) takip etmelisiniz.
Geçenlerde Murat Bardakçı hocanın bir yazısını okudum. Yazısında anlattığı olay geldiğimiz nokta bakımından tüyler ürpertici. Doktora çalışması yapan bir akademisyene jüri şöyle bir soru yöneltiyor: Her hangi bir konuda araştırmayı nasıl yaparsın? Doktora öğrencisinin verdiği cevap: "Google'dan bakarım," olmuş. Bu akedemik seviyemizi göstermesi bakımından çok önemli, bir kenara kaydedelim.
Bir de intihal konusu var ki başlı başına bir problem. Konumuzu dağıtmamak adına buradan sarfı nazar edelim. Hani demişler "yarım doktor candan, yarım hoca dinden eder" diye. Her konunun allameleri(!) var maalesef. Her alanda usulsüzlük/metodsuzluk ile karşı karşıyayız. Usul bilmeden, iki hadis ezberleyip kendini fetva makamında görenler mi dersiniz, bir meal okuyarak kendisini din âlimi zannedenler mi dersiniz. Bir de bunların televizyonlarda arzı endam edenleri var ki evlere şenlik.
Bizim zamanımızda liselerde sınıflar arasında ya da okullar arasında münazara yarışmaları yapılırdı. Her grup kendine verilen konunun doğruluğunu savunurdu. Önemli olan karşıdaki görüşü çürütmek olduğundan konuyu kabul edip etmemeniz arka planda kalırdı. Televizyonlardaki tartışma programlarını izledikçe lisede yaptığımız münazaralar aklıma geliyor. İsimlerinin önünde anlı, şanlı sıfatları olan insanları dinledikçe seviyenin lise münazara seviyesinde olduğunu düşünüyorum.
Bir de her konunun uzmanı olan, her konuda ahkâm kesen tipler var ki onlara hastayım. Ekonomi, siyaset, uluslararası ilişkiler, istihbarat, savaş, terör, tarih, sanat, sinema... Aklınıza hangi konu gelirse o konuda tartışmaların hepsinde varlar. 
"Anadolu insanı âlim değildir; ama ariftir." Söyleyeninin kim olduğu konusunda hafızamın ihanetine uğramış olsam da bu tespitin "cuk" oturduğunu söylemeliyim. Bu yüzden televizyon programları izlenmiyor, bu yüzden köşe yazarları okunmuyor. Milletin kahir ekseriyeti bu tür adamların notunu veriyor.
Usul bilmeden âlim olamaya yeltendiğimiz için birçok yerde çuvallıyoruz. Bu yüzden bizden fikir adamı çıkmıyor. Bir Ebul Ala el-Maarri, bir İbnu Rüşt, bir Gazzali, bir Mehmet Akif, bir Said Halim, Nurettin Topçu, bir Ferid Kam...

Bir cümleyle özetleyelim. Şöyle denilmiştir: Bataklıkta gül yetişmez.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder