Batı uygarlığının, dolayısıyla
modernleşme/sekülerleşme biçimlerinin, insanın "özgürleşme" çabası
olduğu yönünde -oldukça yaygın- bir yanılgı var. Batı düşüncesi insanı
maddenin, makinelerin kölesi yapmıştır. Özgür olduğu zannı batı insanının rahat
hareket etmesini sağlamakta; oysa bu, büyük bir yanılsama.
Bu gün batı dünyasında insanların
özgürlüğünün elinden alındığını dile getiren düşünürler var. Ancak bu
insanların sesi makine gürültüleri arasında, medyanın çok sesliliği arasında
kaybolup gitmektedir. Hatta bu şekilde düşünen insanların bilinçli bir şekilde
itibarsızlaştırılması söz konusu.
Seyyid Hüseyin Nasr'ın şöyle bir
tespiti var, diyor ki: “Modern uygarlık eleştirici bir zihin ve nesnel bir
eleştiri gücü geliştirmiş olmaktan gurur duyuyor, oysa gerçekte aslî anlamıyla
bilinen uygarlıklar arasında Batı uygarlığı eleştiri gücü en az olanıdır; çünkü
kendi yapıp etmelerini eleştirecek ve yargılayacak nesnel ölçütlere sahip değildir.”
William McNeill, Avrupa Tarihinin Oluşumu isimli kitabında, Avrupa tarihinin
"özgürlükler tarihi" olduğu fikrinin, "icat edilmiş bir
efsane" olduğunu söyler ve bu gerçeği, çeşitli açılardan tartışarak bütün
boyutlarıyla gözler önüne serer.
Tanrı kavramının yerine ilerleme
kavramının ikame edilmesi batı insanını modernizmin mahkumu haline getirmiştir.
Burada asıl ıskalanan insanın mutluluğudur. İlerlemiş toplumların mutlu
toplumlar olduğunu iddia edemeyiz. Batı, maddi uygarlığın daha önce hiç
görülmedik bir biçimde gelişmesine neden olmakla birlikte büyük insani ve
çevresel ızdıraplara yol açmıştır. Uygarlığın ürettiği silahlar bu gün dünyada
mazlumların gözyaşı dökmesinin tek sebebidir. endüstriyel gelişimin zehirlediği
tabiat, su kaynakları, hava, emek sömürüsü, yer altı zenginliklerinin
yağmalanması modern batının karanlık yüzünü oluşturmaktadır.
Batı felsefesinin sömürülen
insanlar tarafından algılanması, batıda ortaya atılan özgürlük, eşitlik,
demokrasi gibi kavramların birer aldatmaca olduğu batı değerleri olarak bilinen
ya da iddia edilen söylemlerin sadece batılılar için geçerli olduğunun farkına
varıldı. Kısaca batı zihniyetinin iki yüzlü tavrı gün ışığına çıktı.
Batı zihin, nihai çöküşün önüne
geçmek için, küreselleşme diye yeni bir din icat etti: görünüşte hiçbir dinin,
felsefenin, gücün doğrudan düşman olarak konumlandırılmaması; yapılacak
mücadelenin dolaylı yollarla, ayartıcı şekillerde sürdürülmesidir. Karşılarına
çıkacak her türlü gücün -ki bu İslam’dan başkası değil- bir şekilde direnç noktalarının
kırılması ve böylelikle küresel sisteme entegre edilerek itiraz imkânlarının
yok edilmesi ana düşüncedir. Müslümanlar arasında ortaya çıkan radikal örgütler
bu gaye için batı tarafından kurulup desteklenmektedir.
Freudun tespitleri çok önemlidir:
“Uygarlığın eğitimli insanlardan ve beyin emekçilerinden kopması için bir
nedeni yoktur. Bu insanlarda uygar davranışa yönelik dini güdüler gürültü
patırtı çıkarmadan yerini laik güdülere bırakacaktır. Ama uygarlığa düşman
olmak için her türlü nedene sahip olan eğitimsiz, baskı altındaki büyük
kitlelerde durum farklıdır… Dolayısıyla ya bu tehlikeli kitlelerin acımasızca
baskı altında ve entelektüel uyanıştan özenle uzak tutulması ya da uygarlıkla
din arasındaki ilişkide köklü bir değişiklik yapılması gerekir.”
Tüketim toplumlarına dönüşen
Batı-dışı toplumların hızla ve hazla sömürülmeleri son aşamadır. Batı dışındaki
medeniyet havzalarının toplumları ne kadar çok tüketim toplumlarına
dönüşürlerse, o kadar fazla köleleşecekler ve medeniyet iddialarını da yitireceklerdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder