Modern zamanlarda insanın iç
acıtan yalnızlığı üzerine, modern yaşamın sürükleyip içimize yığdığı çer/çöpün
insanda oluşturduğu dereke üzerine kafa yoran ve bizi uyandırmaya çalışan
seslerden yoksunuz. Sadece Türkiye’de değil, dünyada da içimizi ferahlatan,
insanın varlık yarasına bir merhem sunan sesler, şov dünyasının kalabalığında
epey cılızlaştı. Hâlbuki iç dünyamızı aydınlatacak, bir nevi tezyin edecek
Mevlana’dan Nizamülmülk’e Batı/doğu ekseni boyunca insanlığa sunacak ufku olan,
sürekli yenilenmenin şaşırtan hazzını bize tattıracak nice büyüğümüz var.
Günümüzde de bu tür insanlar
mevcut olabilir. İnsani değerlere sahip derinlikli bir altyapı sunan erdemli
insanların sesi maalesef modern çağın gürültüleri arasında kaybolup gidiyor.
Böylece ahlak ve özgürlük, erdem ve hukuk, değer ve ahlak üzerine kurulu medeniyetimizden
tevarüs ettiğimiz irfan mektebinin işlevini kaybetmesi bizi farklı izleklere
taşıyor ve aklımızın bizi yönetemez hale geldiğini görüyoruz.
Mevlana’nın pergel misaline bir
atıf yaparak şunu tekrar etmem gerekiyor. Bir ayağı kendi değerlerinde; diğer
ayağı onun çevresinde olan bir pergel metaforu bizim uzun uzadıya anlatmak
istediğimiz düşünceyi özetliyor.
Aydın olmayı bilgiye indirgeyen ve
bilimi ilahlaştıran pozitivist bakışla bu pergel metaforunu anlamamıza imkan
yok. Allahu Tealanın akılla donatarak
yarattığı canlı olan insanın tekamül edip gelişebileceği en temel zemin olan
tefekkür vasatının oluşturulması ile medeniyet üretilebilir.
Hikâye şöyledir: Ulu bir çınar ağacının yanında bir kabak filizi boy
göstermiş. Bahar ilerledikçe bitki, çınar ağacına sarılarak yükselmeye
başlamış. Yağmurların ve güneşin etkisiyle müthiş bir hızla büyümüş ve
neredeyse çınar ağacıyla aynı boya gelmiş. Bir gün dayanamayıp sormuş çınara: "Sen
kaç ayda bu hale geldin ağaç?" "50 yılda" demiş
çınar. "50 yılda mı?" "Ben iki aylığım seninle aynı boya
geldim bak!" "Doğru" demiş ağaç. Mevsim sonbahara dönünce kabak
önce üşümeye sonra yapraklarını dökmeye, soğuklar arttıkça da aşağıya doğru
inmeye başlamış. Sormuş endişeyle çınara; "Neler oluyor bana ağaç?" "Ölüyorsun"
demiş çınar... "Peki niçin? " diye sormuş kabak. "Benim
elli yılda geldiğim yere, sen iki ayda gelmeye çalıştığın için."
Meseleye böyle bakınca, tarih
boyunca tecrübeler arşivleyen toplum, milyonlarca insanın sonsuz sayıda bakış,
söz ve hayali ile oluşan tefekkür, insanlığın ortak üretimi medeniyet, girift
ve zamanın içinde ileriye ve geriye doğru bizleri sarmalayan irfan bizi
pişirmemişse münevverden söz açamayız.
Yukarıda sözünü ettiğimiz büyük kültür
zemini ile irtibatımızı koparan, düşünüş ve yaşayış olarak köksüz bir varoluşa
sürükleyen hatta düşünceye uyuz it muamelesi yapan anlayış, bunun sonucu olarak
ufuksuz bir toplum yapısı vücuda getirmiş oldu. Merkeze erdemi koymayan, bunun
yerine popüler kaynaklı bilgi, devamında üretim, reklam, tüketim ve diğer modern
saçmalıkları koyan bakış açısı ve onun oluşturduğu felsefe, medeniyet kuran
değil, günübirlik yaşayan toplumlar derin değil sığ bir dünya önermekte.
Cemil Meriç, Kırk Ambar’ında şöyle der: “Aydın olmak için önce insan olmak
lazım. İnsan, mukaddesi olandır. İnsan hırlaşmaz, konuşur, maruz kalmaz, seçer.
Aydın, kendi kafasıyla düşünen, kendi gönlüyle hisseden kişi. Aydını aydın
yapan, uyanık bir şuur, tetikte bir dikkat ve hakikatin bütününü kucaklamaya
çalışan bir tecessüs”tür.
Bu girdaptan çıkışın tek yolu
kendi münevverimizi yetiştirmekten geçiyor elbette.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder