24 Şubat 2017 Cuma

KAHT-I RİCAL

Modern zamanlarda insanın iç acıtan yalnızlığı üzerine, modern yaşamın sürükleyip içimize yığdığı çer/çöpün insanda oluşturduğu dereke üzerine kafa yoran ve bizi uyandırmaya çalışan seslerden yoksunuz. Sadece Türkiye’de değil, dünyada da içimizi ferahlatan, insanın varlık yarasına bir merhem sunan sesler, şov dünyasının kalabalığında epey cılızlaştı. Hâlbuki iç dünyamızı aydınlatacak, bir nevi tezyin edecek Mevlana’dan Nizamülmülk’e Batı/doğu ekseni boyunca insanlığa sunacak ufku olan, sürekli yenilenmenin şaşırtan hazzını bize tattıracak nice büyüğümüz var.
Günümüzde de bu tür insanlar mevcut olabilir. İnsani değerlere sahip derinlikli bir altyapı sunan erdemli insanların sesi maalesef modern çağın gürültüleri arasında kaybolup gidiyor. Böylece ahlak ve özgürlük, erdem ve hukuk, değer ve ahlak üzerine kurulu medeniyetimizden tevarüs ettiğimiz irfan mektebinin işlevini kaybetmesi bizi farklı izleklere taşıyor ve aklımızın bizi yönetemez hale geldiğini görüyoruz.
Mevlana’nın pergel misaline bir atıf yaparak şunu tekrar etmem gerekiyor. Bir ayağı kendi değerlerinde; diğer ayağı onun çevresinde olan bir pergel metaforu bizim uzun uzadıya anlatmak istediğimiz düşünceyi özetliyor.
Aydın olmayı bilgiye indirgeyen ve bilimi ilahlaştıran pozitivist bakışla bu pergel metaforunu anlamamıza imkan yok.  Allahu Tealanın akılla donatarak yarattığı canlı olan insanın tekamül edip gelişebileceği en temel zemin olan tefekkür vasatının oluşturulması ile medeniyet üretilebilir.
Hikâye şöyledir: Ulu bir çınar ağacının yanında bir kabak filizi boy göstermiş. Bahar ilerledikçe bitki, çınar ağacına sarılarak yükselmeye başlamış. Yağmurların ve güneşin etkisiyle müthiş bir hızla büyümüş ve neredeyse çınar ağacıyla aynı boya gelmiş. Bir gün dayanamayıp sormuş çınara: "Sen kaç ayda bu hale geldin ağaç?" "50 yılda" demiş çınar. "50 yılda mı?" "Ben iki aylığım seninle aynı boya geldim bak!" "Doğru" demiş ağaç. Mevsim sonbahara dönünce kabak önce üşümeye sonra yapraklarını dökmeye, soğuklar arttıkça da aşağıya doğru inmeye başlamış. Sormuş endişeyle çınara; "Neler oluyor bana ağaç?" "Ölüyorsun" demiş çınar... "Peki niçin? " diye sormuş kabak. "Benim elli yılda geldiğim yere, sen iki ayda gelmeye çalıştığın için."

Meseleye böyle bakınca, tarih boyunca tecrübeler arşivleyen toplum, milyonlarca insanın sonsuz sayıda bakış, söz ve hayali ile oluşan tefekkür, insanlığın ortak üretimi medeniyet, girift ve zamanın içinde ileriye ve geriye doğru bizleri sarmalayan irfan bizi pişirmemişse münevverden söz açamayız.
Yukarıda sözünü ettiğimiz büyük kültür zemini ile irtibatımızı koparan, düşünüş ve yaşayış olarak köksüz bir varoluşa sürükleyen hatta düşünceye uyuz it muamelesi yapan anlayış, bunun sonucu olarak ufuksuz bir toplum yapısı vücuda getirmiş oldu. Merkeze erdemi koymayan, bunun yerine popüler kaynaklı bilgi, devamında üretim, reklam, tüketim ve diğer modern saçmalıkları koyan bakış açısı ve onun oluşturduğu felsefe, medeniyet kuran değil, günübirlik yaşayan toplumlar derin değil sığ bir dünya önermekte.
Cemil Meriç, Kırk Ambar’ında şöyle der: “Aydın olmak için önce insan olmak lazım. İnsan, mukaddesi olandır. İnsan hırlaşmaz, konuşur, maruz kalmaz, seçer. Aydın, kendi kafasıyla düşünen, kendi gönlüyle hisseden kişi. Aydını aydın yapan, uyanık bir şuur, tetikte bir dikkat ve hakikatin bütününü kucaklamaya çalışan bir tecessüs”tür.

Bu girdaptan çıkışın tek yolu kendi münevverimizi yetiştirmekten geçiyor elbette. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder