24 Şubat 2017 Cuma

MÜNEVVER ARIYORUZ

Aydın problemi ya da aydın yabancılaşması tanzimattan beri yaşadığımız en önemli problemlerden biridir. Osmanlı son dönem aydını Batı’yı analiz ederken Osmanlı coğrafyasındaki geri kalmışlığın verdiği eziklikle olaya bakıyorlardı. Bu sebeple iki kültür ya da toplum arasındaki farkı yanlış okudular. Oldukça yüzeysel bir bakış açısıyla batıyı taklit etmekle bütün problemlerin hallolacağı vehmine kapıldılar. Kendi kültür kodlarına dair bilgileri de yüzeysel olan bu rical belirli bir sabiteden yoksundular. Kendi kültürünü anlayamayanların başka kültür ve uygarlıkları anlamaları yeni bir medeniyet tasavvuru geliştirmeleri elbette beklenemezdi.
İnsanın zihniyetini kavramlar belirler. Medeniyet bir anlamda kavramların hayat bulmasından ibaret. Kendi kavramlarına yabancı olan aydınların başka uygarlıkları kavramaları mümkün olmaz. Bu durum aydınımızda seçicilik kabiliyetinin yok olması sonucunu doğurdu. Bu hastalık kendini küçük görmekle başlayan ve hayranlıkla devam eden ve taklide kadar varan bir süreci izledi.
Estetikten çok gösterişin hâkim olduğu, batı kültürü bizim aydınımızı büyülemişti. Batının sömürgeci tarafını göremeden modern kentleşmeyi uygarlık olarak algılayan aydınımız bizim de batıyı taklitle ilerleyeceğimizi düşündü. Olayların görünen kısmının arka planında batının sömürgeci zihniyeti vardı. Coğrafi keşifler sonrasında İspanya, Fransa, İngiltere gibi ülkeler tüccar devletler haline geldi. Gittikleri her coğrafyayı sömürdüler. Gittikleri her yerin zenginliklerini kendi ülkelerine taşıdılar. Görünen ihtişamın arkasında kan, gözyaşı, kölelik ve sömürü bulunuyordu.
Aslında batıdan alacağımız bir medeniyet veya kültür yoktu. Sadece teknolojik gelişmeler, uygarlık diye tanımlayacağımız şeyler. Batı kültürü teknolojiyi putlaştırmıştı. Bizim aydınımız bu durumu fark edemedi. Uygarlık dediğimiz şey eser ve üründen ibaretti. Medeniyet ise inançların beslediği bir ahlak nizamı. Bizler sahip olduğumuz bu hazineyi teknolojik ürünlerle değişmeye karar verdik.
Aydınımızın batının tekniğine olan hayranlığı önce sanat ve edebiyata, sonra yaşayış ve düşünceye sıçradı. Müzik bizde manevi bir duygulanma biçimi iken batıda hayattan kaçma eylemi olarak görülüyordu. Bütün değerlerin maddeyle ölçülebileceği bir anlayışları vardı.
Muharref Hıristiyanlık ile Roma ve Yunan’dan intikal eden pagan kültürün Hümanizme dönüşmesi bize “hürriyet, musâvât, adalet” şeklinde ihraç edildi. Ziya Gökalp’in tanımladığı gibi “karşı konulmaz bir medeniyet” telakkisi ile batı uygarlığı kurtarıcı olarak görüldü.
Çocuk bakmayıp, köpek besleyerek bir hayvana köle olan, sokaklardan hayvan pisliği toplamayı ilericilik kabul eden, evlerinde mutfak bulunmayan batı kültürü nasıl bizim medeniyetimize galebe çalabilirdi. Ancak işin bu vechesini görecek derinlikte aydınımız yoktu. Bu aydın tipine “müstağrip aydın” diyebiliriz. İşte bu aydın tipi günümüze kadar zihin dünyamızı şekillendiren aydın tipidir.
Bu gün de Batı denilince ağzı açık kalan, batı kaynaklı her şeye kurtarıcı gibi sarılan, onlarda bir fevkaladelik gören, yeri geldiğinde kendi ülkesini, milletini, medeniyetini yerden yere vuran aydınımız yok değil. Olaylara bir mütefekkir gözüyle bakamayan bu sığ kafalı taşra aydınlarını her yerde görmemiz mümkün.

Münevver mi dediniz? Onu her yerde mumla arıyoruz. Bulanlar haber versin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder