Aydın problemi ya da aydın
yabancılaşması tanzimattan beri yaşadığımız en önemli problemlerden biridir.
Osmanlı son dönem aydını Batı’yı analiz ederken Osmanlı coğrafyasındaki geri
kalmışlığın verdiği eziklikle olaya bakıyorlardı. Bu sebeple iki kültür ya da
toplum arasındaki farkı yanlış okudular. Oldukça yüzeysel bir bakış açısıyla
batıyı taklit etmekle bütün problemlerin hallolacağı vehmine kapıldılar. Kendi
kültür kodlarına dair bilgileri de yüzeysel olan bu rical belirli bir sabiteden
yoksundular. Kendi kültürünü anlayamayanların başka kültür ve uygarlıkları
anlamaları yeni bir medeniyet tasavvuru geliştirmeleri elbette beklenemezdi.
İnsanın zihniyetini kavramlar
belirler. Medeniyet bir anlamda kavramların hayat bulmasından ibaret. Kendi
kavramlarına yabancı olan aydınların başka uygarlıkları kavramaları mümkün
olmaz. Bu durum aydınımızda seçicilik kabiliyetinin yok olması sonucunu
doğurdu. Bu hastalık kendini küçük görmekle başlayan ve hayranlıkla devam eden
ve taklide kadar varan bir süreci izledi.
Estetikten çok gösterişin hâkim
olduğu, batı kültürü bizim aydınımızı büyülemişti. Batının sömürgeci tarafını
göremeden modern kentleşmeyi uygarlık olarak algılayan aydınımız bizim de
batıyı taklitle ilerleyeceğimizi düşündü. Olayların görünen kısmının arka
planında batının sömürgeci zihniyeti vardı. Coğrafi keşifler sonrasında
İspanya, Fransa, İngiltere gibi ülkeler tüccar devletler haline geldi.
Gittikleri her coğrafyayı sömürdüler. Gittikleri her yerin zenginliklerini
kendi ülkelerine taşıdılar. Görünen ihtişamın arkasında kan, gözyaşı, kölelik
ve sömürü bulunuyordu.
Aslında batıdan alacağımız bir
medeniyet veya kültür yoktu. Sadece teknolojik gelişmeler, uygarlık diye
tanımlayacağımız şeyler. Batı kültürü teknolojiyi putlaştırmıştı. Bizim
aydınımız bu durumu fark edemedi. Uygarlık dediğimiz şey eser ve üründen
ibaretti. Medeniyet ise inançların beslediği bir ahlak nizamı. Bizler sahip
olduğumuz bu hazineyi teknolojik ürünlerle değişmeye karar verdik.
Aydınımızın batının tekniğine
olan hayranlığı önce sanat ve edebiyata, sonra yaşayış ve düşünceye sıçradı.
Müzik bizde manevi bir duygulanma biçimi iken batıda hayattan kaçma eylemi
olarak görülüyordu. Bütün değerlerin maddeyle ölçülebileceği bir anlayışları
vardı.
Muharref Hıristiyanlık ile Roma
ve Yunan’dan intikal eden pagan kültürün Hümanizme dönüşmesi bize “hürriyet,
musâvât, adalet” şeklinde ihraç edildi. Ziya Gökalp’in tanımladığı gibi “karşı
konulmaz bir medeniyet” telakkisi ile batı uygarlığı kurtarıcı olarak görüldü.
Çocuk bakmayıp, köpek besleyerek
bir hayvana köle olan, sokaklardan hayvan pisliği toplamayı ilericilik kabul
eden, evlerinde mutfak bulunmayan batı kültürü nasıl bizim medeniyetimize
galebe çalabilirdi. Ancak işin bu vechesini görecek derinlikte aydınımız yoktu.
Bu aydın tipine “müstağrip aydın” diyebiliriz. İşte bu aydın tipi günümüze
kadar zihin dünyamızı şekillendiren aydın tipidir.
Bu gün de Batı denilince ağzı
açık kalan, batı kaynaklı her şeye kurtarıcı gibi sarılan, onlarda bir
fevkaladelik gören, yeri geldiğinde kendi ülkesini, milletini, medeniyetini
yerden yere vuran aydınımız yok değil. Olaylara bir mütefekkir gözüyle
bakamayan bu sığ kafalı taşra aydınlarını her yerde görmemiz mümkün.
Münevver mi dediniz? Onu her
yerde mumla arıyoruz. Bulanlar haber versin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder