Osmanlının yıkılışı bizim düşünce
yapımızda bir dönüm noktasıdır. Batı karşısında yenilgiyi bilinçaltında
kabullendik. Batının teknolojik başarısı janjanlı paketlerle bize medeniyet
başarısı olarak empoze edildi.
Bir ülkeye yapılabilecek en büyük
kötülük, vatandaşlarına aşağılık duygusunu aşılamaktır. Böylece o ülke
insanlarının zihninde, kendi kültürünün, ana dilinin, yaşam biçiminin işe
yaramaz olduğu fikri yerleşir ve dünyanın başka havzalarındaki kültürleri
taklit etmeye başlarlar. Bir ülkenin moral ve motivasyonunu yok etmenin en
etkili yolu budur. Ne silahla başarabilirsiniz bunu, ne ordularla.
Seyrettiğimiz her film, her dizi,
okuduğumuz her haber, her reklâm bu temel fikri işliyor. Gençlerin bilinçaltına
senin, müziğin, giyim tarzın, kültürün, hatta dinin işe yaramaz. Yaşam biçimin
yanlış. Sen ancak bir batılı gibi olur, onlar gibi davranır, Hıristiyan gibi
hareket eder, onlar gibi giyinirsen bir değer ifade edersin. Bunlar olmadan bir
“hiç”sin duygusu yerleştiriliyor. Medya vasıtasıyla bu duygular beynimizin
içine boca ediliyor.
Dünyanın en güzel dillerinden
birisi olan Türkçe, içine abur cubur İngilizce kelimelerin doldurulduğu argo
bir anlaşma dili haline geldi. Şu anda bir Türk genci için marifet Türk gibi
görünmemek. Amerikalıya, hadi o da olmazsa İtalyan'a, İspanyol'a benzemek.
Hatta batıda gayri ahlaki gruplara benzemek, onların düşüncelerine yansıtan
tişörtlerde ne yazdığını bilmeden giymek. Vel hasıl kendine yabancılaşmak; işte
bir ülke böyle çökertilir.
Kulağına küpe takmayan, saçlarını
jöleleyip yukarı dikmeyen genci kimse beğenmiyor, burnunda hızması, pazusunda
dövmesi olmayana kimse iltifat etmiyormuş gibi bir algı oluşturuluyor.
Desem ki, "Bu dünyada
babasından, dedesinden utanan başka bir millet var mıdır, dedesinin
yazdıklarını okuyamayan başka bir millet var mıdır? Büyük ihtimalle bu sorunun
cevabı olumsuzdur. Nasıl bir millet bu hale getirildi? Beyinlere aşağılık
duygusu empoze edilerek.
Gelişmiş ve gelişmemiş ülkeler
arasındaki fark ülkelerin yaşı değildir. Mesela, Hindistan ve Mısır gibi
ülkelerin ikibin yıldan fazla geçmişi olmasına rağmen fakirdirler. Kanada,
Avustralya ve Yeni Zelanda gibi 150 sene önce isimleri bilinmeyen ülkeler hatta
daha ikinci dünya savaşından sonra kurulan İsrail gelişmiş ülkelerdir.
Doğal kaynakların var olup
olmaması da zengin ülke fakir ülke arasındaki farkı belirleyici bir etken
değildir. Japonya ufacık bir adaya sıkışmış, %80 arazisi tarıma ve hayvancılığa
uygun olmayan bir ülkedir ama aynı zamanda dünyanın gelişmiş ekonomileri
arasındadır. Ülke dev bir bir yüzer fabrika gibi dünyadan ham madde ithal eder,
sonra da bütün dünyaya ürün ihraç eder.
Diğer bir örnek, kakao
yetiştiremeyen ancak dünyanın en kaliteli çikolatasını üreten İsviçre’dir. 4 ay
kadar kısa süren yaz döneminde toprağı da ekerler, hayvancılık da yaparlar. Bu
yetersizlikte ürettikleri süt ürünleri en iyi kalitededir. Bu ufak ülke
yansıttığı güvenli, düzenli ve çalışkan ülke imajı sayesinde dünyanın para
kasası olmayı da başarmıştır.
Gelişmiş ve fakir ülkelerin
yöneticilerini birbirleriyle karşılaştırdığınızda fiziksel olarak aralarında
önemli bir fark bulamazsınız; fark, uzun yıllardır kültür ve eğitim yolu ile
kafalarımıza işlenen değişik bakış açısıdır. Kalkınmış ülke insanlarının
davranışlarını incelediğimizde, şu prensiplere inandıklarını görürüz.
Dürüstlük, sorumluluk, kanun ve kurallara saygı, başkalarının hakkına
saygı, çalışkanlık, tasarruf ve yatırıma inanç, irade, dakiklik… Biz, doğal
kaynaklarımız olmadığı için değil, yeraltı zenginliklerimiz olmadığı için
değil; biz, doğru bakış açısına sahip olmadığımız için gelişmedik.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder