25 Şubat 2017 Cumartesi

LAF, SÖZ, KELAM…

Konuştuğumuz her kelime ya da cümle söz olarak bilinir. Eğer sözler bir faydaya matuf değil ise laf, bir gayeye matuf ve fayda hâsıl oluyorsa kelam olarak değer bulur. Söz nötr, kelam artı, laf eksidir. Konuşma melekesi ilahi bir lütuftur. Kişilere düşen bu nimeti en güzel şekilde kullanmaktır.
Hepimizin dilinden düşürmediği ‘ne olacak bu memleketin hali?' muhabbetine düşkünlük, ister istemez hepimizi gerekli gereksiz konuşmalara sevk ediyor. Akşam sohbetlerinde, dost meclislerinde konuşmaya başladık mı bizi susturana aşk olsun. Hani derler ya “dilin kemiği yok.”
Dostlarla bir araya geldiğimizde söz uzar gider. Proje üretme konusunda oldukça mahir arkadaşlarımız var. İşin bu tarafını fikir jimnastiği olarak görebiliriz; ancak bazen hepimizin içine düştüğü boş söz söyleme durumundan kurtulamadığımız görülüyor. Zaman zaman gıybet ve iftiraya varan konuşmalardan uzak durmak erdem. Sözlerimiz laf derekesine değil, kelam derecesine yükselmeli.
Ben bir sözün ya bir insanın derdine çare ya da bir üretime muharriki evvel olması gerektiğini; eyleme dönüşmeyen her sözün “kavl ez-zur” olduğunu düşünürüm. Çünkü söylem konusunda eksiğimiz yok fazlamız var. Asıl eylem noktasında eksikliğimiz vardır. Eylem önemlidir, çünkü insanların hayırlısı insanlara faydalı olandır.
Bazı konularda kendilerine karşı -nezaket gereği-, hep susulduğu için, ‘sükûtun sadece ikrardan geleceği' düşüncesiyle akla gelebilecek her hususta mutlaka haklı ve doğru olduklarını zannedenler, kendi işleri olmayan konulara da ahkâm kesmekten kaçınmıyor ve sanırım hiç de iyi yapmıyorlar…
Herkesin kendi işini yaptığı ve başkalarının işine karışmadığı bir ortam mümkün müdür, bilinmez. Ancak anlaşılıyor ki, bu vasat sağlanmadığı sürece tartışmaların sonuçlanması pek mümkün olmayacak…
Günümüzde sözün değer bulduğu mekânlara, meclislere ne çok ihtiyacımız var. İnsanın ağzından çıkanı kulağının duyduğu ortamları ne çok özledik. İnsan dilinin altındadır, buyrulmuştur. Üslub-ı beyan, ayniyle insan, denilmiştir. Kelâmın kibârı, kibârın kelâmıdır. Bütün bunlardan şu sonuca varabiliriz: Ağzımızdan çıkanlar kelam mertebesine eriştiği müddetçe insanlığımızın farkına varırız.
Şimdi sözü olanların sözü kelam seviyesine çıkarmak gibi bir zorunlulukları vardır. Kalitesizliğin pirim yaptığı yerlerde, ya da kelamın geçerli akçe olmadığı mekânlarda bulunmak bir Müslüman davranışı değil.  “Boş sözü işittikleri vakit ondan yüz çevirirler ve “Bizim işlerimiz bize, sizin işleriniz de size. Selâm olsun size (bizden size zarar gelmez). Biz cahilleri istemeyiz” derler.” (Kasas, 55)
Kelam’la kalem arasında sıkı bir ilişki bulunuyor. Kalem kelamın taşıyıcısı bu yüzden kalem erbabının da kaleminden çıkan kelimeler dikkat etmesi gerekiyor.
Yûnus Emre’nin şiirine kulak verelim:
“Söz ola kese savaşı
Söz ola kestire başı
Söz ola ağulu aşı
Bal ile yağ ede bir söz.
Kişi bile söz demini
Demeye sözün kemini
Bu cihan cehennemini

Sekiz uçmağ ede bir söz.” 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder