1 Mart 2017 Çarşamba

AÇMAZLARIMIZ

Pozitivizm bilinebilir olanın sadece olgular olduğunu varsayan bir felsefi akım. Pozitivist düşünce maalesef bizi de en çok etkileyen akımlardan biri. Olaylara ve evrene bu açıdan baktığımız için Müslüman zihni bulanıklaşmıştır. Kısaca; “Müslüman zihni Müslümanca işlemiyor.” Bu tespit Yusuf Kaplan’a ait ancak benim de kabullerim arasında.

Pozitivist bakış açısı zihnimizi körleştiriyor. Evet, hayatı anlamaya ve anlamlandırmaya başladığımızdan beri zihin dünyamızı inşa eden argümanlar İslami değil. Gayri İslamî bir mantık ve diyalektikle İslam’ı anlamaya çalışıyoruz. Seküler bir yanımız mevcut.
Bir yüzleşme yaşamamız gerekiyor. Müslümanın kendisiyle yüzleşmesi… Bu yüzleşmenin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Böyle bir yüzleşmenin önemli travmalara sebep olacağı aşikâr. Ancak bu kaçınılmaz bir gerçeklik. Yüzleşeceğiz ve adeta yeniden başlayacağız.
Kendimizle yüzleşmek demek; Kur’an’a kendi İslam’ımızı arz etmek demek. Kendi İslam’ımızı, kendi samimiyetimizi, kendi halimizi, sosyal yapımızı, akaid anlayışımızı, Allah tasavvurumuzu, Peygamber, gayb, kader anlayışımızı, evimizi, sokağımızı, şehrimizi vs. tüm bunları yeniden ve yeniden Kur’an üzerinden değerlendirip testten geçirip doğrulatmak zorundayız. Bu yolda yürümenin riskli tarafı ise zihni  altyapımızın izmlerle kurulmuş olması.
İslam’ın ruhunu kaçırmışız. Sade, anlaşılır, görülür bir İslam var orta yerde. Kur’an ve dolayısıyla sahih sünnet böyle bir İslam’ı sunmaya devam ediyor. Ancak felsefi sistemlerle flört eden bir kısım anlayışlar O’nu dolambaçlı hale getirip, zorlaştırıyorlar. Bir taraftan aklı putlaştıran bir ekol vahyi aklın caddesine çekerken diğer bir ekol içine mistisizm katıyor, esrar yüklüyor ve bir kısım yapıları, kişileri yücelterek başka bir forma sokuyor. Şurası aşikâr ki konuşulamayan ve yüzlercesi mevcut putçuluğa benzer anlayışların egemenliği devam ediyor. Bir kısım insanların kutsanması ve anormal derecede yüceltilmesi söz konusu.
Mevlana'nın hikâyesine göre, Hintliler bir fili halka göstermek için getirip karanlık bir ahıra kapattılar. Hayvanı görmek için o karanlık yere bir hayli adam toplandı. File ellerini sürmeye başladılar. Birisi eline hortumunu geçirdi:
- Fil bir oluğa benziyor, dedi. Başka biri filin kulağını yakaladı:
- Fil, yelpaze gibi bir hayvan, dedi. Filin ayağını yakalayan ise:
- Fil bir direğe benziyor, dedi.
Bir başkası da sırtına dokunmuştu:
- Fil, taht gibi, dedi.
Herkes filin neresine dokunduysa ona göre anlatmaya başladı. Herkesin elinde bir mum olsaydı, sözlerinde aykırılık kalmazdı.

Sözlerini şöyle tamamlıyor Mevlana: “Duyu gözü ele, avuca benzer, avuç bütün fili tutamaz ki. Bu gözü yum da hakiki göz kesil. Onların sözleri, görüşleri yüzünden birbirine ayrı oldu. Birisi 'dal' dedi, öbürü 'elif'...”
“Kadd-i yare kimisi ar'ar dedi, kimi elif
Cümlenin maksûdu bir amma rivâyet muhtelif.” (Muhibbi)
Kısaca Müslümanın kendisiyle yüzleşmesi referans olarak Kuran ve Hadisi alması, problemleri rahatlıkla çözmemizi sağlayacaktır. Âlimler ilmin kaynağı değil; aktarıcısıdır. Bu yüzden kaynakları referans almamızdır doğru olan.
Asıl derdimizin zihin körleşmesinden kurtulmak olduğunu söyleyebiliriz. Tamamen taklit düşüncelerle, fikirlerle hatta kelimelerle konuşuyoruz. Bunun için de bir dünya tasavvuru geliştiremiyoruz. Eşya hakkındaki bilgimiz sığ. Eşyayı Kuranî zaviyeden değil materyalist açıdan yorumluyoruz, tanımlıyoruz.
Temel İslami literatürden yoksunuz, temel Kuranî bilgilerden bihaberiz. Mantık örgümüz dünyevi izm’lerle çarpıtılmış; bunun üzerinde İslam hakkında, dünya hakkında fikirler serdediyoruz. Tabii ki hiçbir düşüncemizin ayakları yere basmıyor. Onun için bir medeniyet telakkisi geliştiremiyoruz, bir medeniyet üretemiyoruz.
Zühdü, takvayı, dünyaya meyletmemeyi, nefsi dizginlemeyi, kibirden, ucubdan uzak durmayı Tasavvufa intisap edenlere mahsus hasletlerden sayarak olsa da olur olmasa da kabilinden söylemler geliştiren modern Müslüman, İslam'ın bu tarz emirlerini kulak arkası ederken İslam medeniyetini geliştirebilecek bir çabanın içinde olabilir mi?
‘Bilincin sekülerleşmesi’ ile başlayan modernleşme süreci, gayri İslami bir mecraya toplumu sürükledi. Seküler düşünce yatay ilişkiler dünyasıdır. Bu bakış açısı hayatın içinden Tanrıyı çıkararak, onu Tanrıdan ayırarak yeni bir bakış açısı getirmiştir. Seküler düşünce, aşkın bir gücün varlığını inkar etmese dahi onun etkinliğini ve gücünü sınırlayan düşüncedir. 

Günümüz müslümanı bu akımların tesirinde zihin altyapısını oluşturmuş olduğundan Kurana ve Sünnete dönmesi de problemli olmaktadır. İşte bizim açmazımız burada. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder