Materyalist felsefe insanları
ikiye ayırır. Malzeme ve mimar. Malzeme tüketici halk, mimar ise tüketimi
yönetenlerdir. Bunlar hayat anlayışında Hedonist, mantıkta pragmatist ve ruhi
alanda pesimisttirler. Bunlar kitle üretimi ve kitle tüketimi mantığına dayanan
bir hayat savunur. Ucuz iş gücü olan yerde üreteceksin. Üçüncü dünya ülkeleri
bunun için biçilmiş kaftandır. Emeği sömürmek oldukça kolaydır ama buna bir
kılıf geçirmek gerekir: küreselleşme. Mazlum insanları sömürerek ürettiğin eşyayı
özgürce tüketeceksin, işte küreselleşmenin ana mantığı budur. Hâlbuki İslamda
emeğe saygı vardır. İşçinin alın teri kurumadan hakkının ödenmesi gerekir.
Küresel sermayenin öncü birliği
reklâmcılık şeklinde evlerimizi işgal eder. Sözünü ettiğim sektörde sonuna
kadar haz var. Bütün hazları sonuna kadar yaşayacaksın, tüketeceksin. Amentüsü
tükettiğin kadar insansın şeklinde özetlenebilir. Reklâmcılık, küresel
emperyalizmin en büyük misyoneri. Görsel medya üzerinden reklamlarla
ihtiyacımız olmayan her şey ihtiyaç olarak bize kabul ettiriliyor.
Maalesef, modern dünyada insanlar,
modern medya araçlarının egemenliğindedir. Seyredenlerin duygularını dumura
uğratan sığ ve gayri insanileştiren eğlencenin olumsuz etkilerinden öte
reklâmların yalancı muhakemeleri ve zekâ seviyesi (ki araştırmalar TV’nin 12
yaş zekâ seviyesine hitap ettiğini söylemektedir) daha da tehlikelidir.
Dilsel sınırları hızla ve kolayca
geçebilen, tüm dillerde anında konuşan görüntünün hanelerimizi nasıl istila
ettiğini kabul etmek zorundayız. Televizyonun ve diğer medya araçlarının
sayesinde, görüntünün, görselleşmenin ve reklâmcılığının dayattığı yeni bir kültürün
etkisi altındayız.
Oluşturulan tüketim ekonomisi
kimin veya kimlerin işine yaramaktadır; sömürülen taraf kimdir? Bu konularda
kafa yormak bizi reklam denilen olgunun daha iyi anlaşılmasına götürecektir.
Tarih, zulme ve baskıya dayanan
egemenlik sistemlerinin kalıcı olmadığı konusundaki sayısız derslerle doludur.
Zulüm ile abad olunamayacağını bilmemize rağmen ‘enformasyon’ yanıltması ile
sömüren zalimleri dev aynasında görme yanılgımız devam etmekte. Küresel
ideoloji kitleleri sürüklemek ve bir ihtirası gerçekleştirmek için her şeyi
mübah görmekte, daha doğrusu helal ve haram gibi kavramların uzağında
bulunmaktadır.
Batı kaynaklı kültürel kimlik
aslında hayli merkezi, oldukça dışlayıcı bir kültürel kimlik biçimi olarak
kendini göstermekte; kendinden olmayan insanları ötekileştirmektedir.
Coğrafyayı ve ekonomiyi kendine göre tasarlamaktadır. “Üçüncü dünya ülkeleri”,
“Ortadoğu”, “Uzakdoğu” gibi tabirler bu kültürün ürünüdür. Ve ötekini dışlamak,
başkalaştırmak için kullanmaktadır.
Küresel kitle kültürünün çeşitli
karakteristikleri vardır ama ben reklam üzerinde durdum. Bu anlamda, küresel
kitle kültürü Batı merkezlidir ve daima İngilizce konuşur ve Eski Ahit’i
referans alır. Küresel kitle kültürünün bu biçiminin ikinci en önemli
karakteristiği, tuhaf homojenleştirme biçimidir. Bu kültür, homojenleştirici
bir kültürel temsil biçimidir, eskiden de olduğu gibi müthiş derecede içine
alıcıdır. İçine alırken deniz gibi davranır sizi boğar öldürür. Sonra dışarı
atar.
Tüketim ekonomisini ayakta tutan
reklamlar her yerde. Hayatımıza reklamlar hükmediyor. Bu konuda ne direnç
gösterebiliyoruz ne de alternatif bir felsefe üretebiliyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder