1 Mart 2017 Çarşamba

DURUŞSUZLUK

“Korkulan bir son sonsuz korkulardan iyidir.”

Farkında mıyız bilmiyorum ama bazen değil çoğu zaman başkalarının istediği bir hayatı yaşamayı tercih ediyoruz. Kendimiz olamamanın acısını derunumuzda yaşıyoruz.
Hayatlarımızı “desinler diye” inşa etmeye çalışmak kendimizi başkalarının kullandığı bir eşya görmekle eşdeğer, böyle ise bir metadan ne farkımız kalır? “Acaba ne derler?” gibi kendi hayatımızı başkalarına göre ayarlamak zorunda kaldığımız sorularla, endişelere vardıracak kadar kaygılar yükleniyoruz. Şüphesiz bütün bu yaşadığımız savrulmalar seküler yaşam biçimini tercih etmiş olmamız ile alakalı psikolojik bir durumdur.
Sekülerizme iman arttıkça aidiyetlerimizi ve biricik değerlerimizi özgürce yaşatamıyoruz. İnançlarımızı, akidevî düsturlarımızı istenilir derecelerde ne yazık ki sahiplenemiyoruz. Artık başkalarının beğendiğini sandığımız, onlara kendimizi pazarlamaya yönelik bir hayatı yaşamaya çalışıyoruz. Ya da demesinler diye yeni yeni imajlara bezenip, örtülü korkuları yaşayıp, kendi gerçekliğimizden uzaklaşmakla popülizmin dünyasına taşınıp sanal bir şahsiyet olmaktan kendimizi alamıyoruz.
İkircikli bir kişiliğe bürünerek olduğumuz gibi değil olunmak istediğimiz gibi davranıyoruz. Medyanın destekleyerek zihin ve yaşam tarzı kirliliklerini empoze eden filmlerin, dizilerin bize dayattığı hayat bu ikircikli yapıyı daha da güçlendiriyor. Televole kültürü dediğimiz bu hayat tarzının evlerimizin hâkim fenomeni olduğu inkâr edilemez.
Neden kendimizi içsel eleştirilere tabi tutmuyoruz? Neden vicdan muhasebesi yapamıyoruz? Hayatımızın geleceğini ilgilendiren bir durum muhasebesi yapmak geleceğe ümitle bakmamız için elzem. Eğer ciddi anlamda bir durum muhasebesi yapmaz isek ne zaman bu yaşanılan ahlaki erozyon ve çürümeler son bulacaktır.
Hayatlarımızı desinler/ demesinler eksenine oturtarak kendi gerçekliğimizden, hatta insanlığın evrensel değerlerinden uzak bir mecraya sürüklendiğimizi unutmayalım. Hayata, topluma ve kendimize karşı sorumluluklarımızda kadir bilirlilikle değer veren ve şükreden bir nitelikte olmalıyız. Koca bir hayatı fütursuzca harcayarak zayiat içinde geçirmemeliyiz. Ahiretteki pişmanlığın faydası yok.
Bütün yaşadıklarımız imaj ve vizyon adına yapıldıysa ve hâlâ yapılmaya devam ediliyorsa bu yakışıksız durum bizim inanç değerlerimizle uyuşmaz ve uzlaşamaz. Önemli olan kalp tasdikinin ve dil ikrarının içselleşmesidir. Yani içi dışı bir olmak.
Bizim şaşmaz yolumuzun ve yol haritamızın istikameti bellidir. Sapkın yollar olsa da yol arayan yolcu için mustakim yol da bellidir. Kendimizi yeniden gözden geçirerek düşünmemiz gereken şudur: “Ya olduğumuz gibi görünmek ya da göründüğümüz gibi olmak”
Ne “desinler diye” gösteriş ve riyakârlığa ne de “demesinler diye” yetersizliğimizi örtmeye çalışan savunmacı komplekslerimize yenik düşmemeliyiz.

“Kendilerine, “Allah’ın indirdiğine uyun” denildiği zaman, “Hayır, biz babalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız” derler. Şeytan, kendilerini cehennem azabına çağırıyor olsa da mı?” (Lokman, 21)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder