“Korkulan bir son
sonsuz korkulardan iyidir.”
Farkında mıyız bilmiyorum ama
bazen değil çoğu zaman başkalarının istediği bir hayatı yaşamayı tercih
ediyoruz. Kendimiz olamamanın acısını derunumuzda yaşıyoruz.
Hayatlarımızı “desinler diye”
inşa etmeye çalışmak kendimizi başkalarının kullandığı bir eşya görmekle
eşdeğer, böyle ise bir metadan ne farkımız kalır? “Acaba ne derler?” gibi kendi
hayatımızı başkalarına göre ayarlamak zorunda kaldığımız sorularla, endişelere
vardıracak kadar kaygılar yükleniyoruz. Şüphesiz bütün bu yaşadığımız
savrulmalar seküler yaşam biçimini tercih etmiş olmamız ile alakalı psikolojik
bir durumdur.
Sekülerizme iman arttıkça
aidiyetlerimizi ve biricik değerlerimizi özgürce yaşatamıyoruz. İnançlarımızı,
akidevî düsturlarımızı istenilir derecelerde ne yazık ki sahiplenemiyoruz.
Artık başkalarının beğendiğini sandığımız, onlara kendimizi pazarlamaya yönelik
bir hayatı yaşamaya çalışıyoruz. Ya da demesinler diye yeni yeni imajlara
bezenip, örtülü korkuları yaşayıp, kendi gerçekliğimizden uzaklaşmakla
popülizmin dünyasına taşınıp sanal bir şahsiyet olmaktan kendimizi alamıyoruz.
İkircikli bir kişiliğe bürünerek
olduğumuz gibi değil olunmak istediğimiz gibi davranıyoruz. Medyanın
destekleyerek zihin ve yaşam tarzı kirliliklerini empoze eden filmlerin, dizilerin
bize dayattığı hayat bu ikircikli yapıyı daha da güçlendiriyor. Televole
kültürü dediğimiz bu hayat tarzının evlerimizin hâkim fenomeni olduğu inkâr
edilemez.
Neden kendimizi içsel
eleştirilere tabi tutmuyoruz? Neden vicdan muhasebesi yapamıyoruz? Hayatımızın
geleceğini ilgilendiren bir durum muhasebesi yapmak geleceğe ümitle bakmamız
için elzem. Eğer ciddi anlamda bir durum muhasebesi yapmaz isek ne zaman bu
yaşanılan ahlaki erozyon ve çürümeler son bulacaktır.
Hayatlarımızı desinler/
demesinler eksenine oturtarak kendi gerçekliğimizden, hatta insanlığın evrensel
değerlerinden uzak bir mecraya sürüklendiğimizi unutmayalım. Hayata, topluma ve
kendimize karşı sorumluluklarımızda kadir bilirlilikle değer veren ve şükreden
bir nitelikte olmalıyız. Koca bir hayatı fütursuzca harcayarak zayiat içinde
geçirmemeliyiz. Ahiretteki pişmanlığın faydası yok.
Bütün yaşadıklarımız imaj ve
vizyon adına yapıldıysa ve hâlâ yapılmaya devam ediliyorsa bu yakışıksız durum
bizim inanç değerlerimizle uyuşmaz ve uzlaşamaz. Önemli olan kalp tasdikinin ve
dil ikrarının içselleşmesidir. Yani içi dışı bir olmak.
Bizim şaşmaz yolumuzun ve yol
haritamızın istikameti bellidir. Sapkın yollar olsa da yol arayan yolcu için
mustakim yol da bellidir. Kendimizi yeniden gözden geçirerek düşünmemiz gereken
şudur: “Ya olduğumuz gibi görünmek ya da göründüğümüz gibi olmak”
Ne “desinler diye” gösteriş ve
riyakârlığa ne de “demesinler diye” yetersizliğimizi örtmeye çalışan savunmacı
komplekslerimize yenik düşmemeliyiz.
“Kendilerine, “Allah’ın
indirdiğine uyun” denildiği zaman, “Hayır, biz babalarımızı üzerinde bulduğumuz
şeye uyarız” derler. Şeytan, kendilerini cehennem azabına çağırıyor olsa da mı?”
(Lokman, 21)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder