7 Mart 2017 Salı

BİR KENTİ ŞEHİR YAPABİLMEK


Modernleşmenin kültürel yıkım duygusu eskiye düşmanlık hıncıyla açıklanabilir. Bu hıncın derin derin tartışılması, hepimiz için ufuk açıcı olabilir. Medeniyet ve mekân yolculuğunun ilk zihinsel nüveleri yaşadığımız şehirden başlayarak oluşmaya başlar. Medeniyetin zemini şehirlerdir yani Medine.
Şehirli olmak bir ayrıcalıktır. Çünkü medeniyetin neşvü nema bulduğu mekan Medine yani şehirdir. Ancak şehre sahip olmak, medeniyeti içselleştirmek için şehirde yaşıyor olmak yeterli bir sebep değildir. Modernizmle birlikte kentleşme ve kentlileşme bir muharrik olarak yaşadığımız şehrin değişimini sağladı. Öncelikle taşınan, sonra geçmişinden koparılan bir yeni kent inşa etmek bilinçli ya da bilinçsiz geldiğimiz noktadır. Kültürel olarak burjuvalardan farklı olarak 'kökleriyle övünen' ve yüzyılların dışlanmışlığıyla kent yaşamında kendine bir yer bulabilen insanların kentlere kültürel ağırlığını koymalarıyla kentleşmenin geldiği boyut bu günümüzün fotoğrafıdır.
Beton yığınları halinde, estetikten uzak mekânlarda yetişen insanlardan sanatsal incelik beklemek elbette imkânsız.  Sanatçıları himaye eden, kendi aralarında incelik ve zevk yarıştıran; devlet işlerinden artan zamanlarında sanatla iştigal eden geçmiş zaman devletlûlarını günümüzde bulmak imkânsız. En azından geçmişin estetik şehirlerine, mahallelerine, yapılarına sahip çıkarak estetik zevke aşina insanlar yetiştirebiliriz.
Bu bağlamda restorasyon çalışmaları umut verici birer gelişmedir. Bir şehrin tarihi mekânları, nefes alacak ve aldıracak meydanları olmazsa o şehrin sıradan kentlerden ne farkı olabilir.
Tam bu noktada "şehir" ile "kent"in arasını ayırmak icap eder. Bu ayırım bizim neden şehri İslam'a, kenti Batı'ya, nispet ettiğimizin anlamı ortaya çıkacaktır. "Kent", yerleşim biriminin Sanayi Devrimi'nden sonra ortaya çıkmış formu, modernizmin ve ulus devletin yapılandırdığı yerleşim birimidir. "Şehir" ise, geleneksel yerleşim birimi.
Bu noktada modern kenti tanımlamakta fayda var. Belirtmek gerekir ki "kent", geleneksel yerleşim birimi olan "şehir" değildir. Şehir dediğimizde biraz da milletin yüzyıllar boyunca yaşattığı eserlerin biriktirilmesini anlarız. Şehir dediğimizde içindeki mahalle isimlerinden tutun da yüzyıllara uzanan binalarıyla bize tarihimizi anlatan canlı bir organizmadan söz ediyoruz.
Kent denilince sanki soğuk, hissiz, ruhsuz beton yığınlarından bahsediyoruz gibi gelir bana. Şehir ise; daha naif, insancıl ve nicelikten daha çok nitel özellikleri ağır basan bir sosyalleşme ve ruhsal tekâmül sürecinin adıdır. Şehir kelimesi, bir mahalle, bir sokak, bir mekân, bir yaşayış biçimi olarak canlanır gözümde.
Şehir; doğayı ve yaşamı içinde barındıran bir alandır. Maalesef kentleşelim derken ‘şehir’lerimizi kaybettik. Kentleşmeye kurban edildik. Maddi çıkar uğruna balkonları, pencereleri birbirine bakan iç içe binaların yükseldiğini gördükçe şehirlerin geleceği adına üzülüyorum. Bu mekânlarda yaşayan insanlar hissizleşir ve duyarsızlaşır.

Ahmet Davutoğlu şöyle diyor: “Şehir, sadece değişik inşa malzemeleriyle, bugün beton, geçmişte taş veya başka bir şey, değişik inşa malzemeleriyle rastgele düzenlenmiş bir mekân değildir. “Kevn” ile yani oluş ile “kün” ile ol emriyle o mekânı inşa eden zihnin varoluşsal arka planı arasında bir irtibat yoksa şehir de olmaz.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder