Şehirler okunmayı, keşfedilmeyi
bekleyen kitaplar gibidir. Bir şehri tanımak için sokaklarına adım atmak,
yapılarını gözlemlemek, mekânla bütünleşmek gerekir. Şehirler bir toplumun üretim
gücünün bir arada bulunduğu yerlerdir. Hayatın çeşitli renklerini içinde
barındırır. Medeniyete ait üretimlerin merkezi şehirlerdir. Medeniyetin Arapça
şehir anlamına gelen medine kelimesinden türemesi tesadüfi değil.
Her şehrin bir ruhu vardır. Yoksa
o coğrafyada insanları bir arada ne tutabilir ki? Hatıraların kaydedildiği,
dostlukların neşvü nema bulduğu bir mekân olmaktan öte bir ortak ruhtur
memleket dediğimiz. Göçüp gitmek varken doyduğumuz yerin peşinden gitmeyiz de
neden doğduğumuz yere hasret duyarız. Neden hemşehrileriyle bir arada durmaktan
mutlu olur insanlar? Neden özlem duyarlar memleketlerine? Nasıl olur da meselâ
otobüsün buğulu camından memleket ismini yol kenarı levhasından okuyunca
insanın içinde tatlı kıpırdanmalar olur? Ömür dediğin zaten iki nefeslik bir
şey değil mi? Hangi coğrafyada olsan geçmeyecek mi? Nefes aldıkça hayattan
nasibini alırsın. Fani olan dünyanın tamamı değil midir? Her nerede olsan
aldığın nefesi senden geri istemez mi hayat? Geride bıraktığın günlerde
yaşadığın yıllarda hatıralar biriktirdiğin anlarda hep memleket var.
Medeniyet ve mekân yolculuğunun ilk zihinsel
nüveleri yaşadığımız şehirden başlayarak oluşmaya başlar. Medeniyetin zemini
şehirlerdir, yani Medine. Şehirler ve medeniyetler arasında doğrudan bir ilişki
vardır. Çünkü mekân ve medeniyet ve şehir birbiriyle bütünleşen olgulardır. Şehirlerin
insanı cezbeden bir ruhu olduğuna inanıyorum. Şehirler bu ruh atmosferinin
içine sizi de alarak şekillendiriyor. Şehirlerin içinde yaşadığı varsayılan bu
ruhlar modern zamanlarda artık betonlarla karılarak katledilmekte.
Şehirlerimiz estetikten uzak taş
ve beton yığınları haline getiriliyor. Modern mimariden vazgeçemeyiz ama modern
mimariyi estetik hale getirebiliriz. Modernleşmeyi apartman dikmekten ibaret
zanneden anlayış geleceğimizi ipotek altına alıyor. Yeşilin, çiçeklerin,
bulutların ve mezarlıkların şehirden sürgün edildiği modern zamanlarda
insanlığa yüzyılların rüyasını gelecek hayalleri içinde sunan, sokak ve
caddeler yazılmış birer kitabe olmaktan çıkmış.
Bir şehri gezmek, bir şehri
görmek insanlığın uzun macerasını bu kitabeden okuyabilmek demektir. Biz bu
şehirde yerden bitme apartmanlar arasında hangi tarihi, hangi geçmişi
okuyabiliriz. Toprakla olan ünsiyetimiz kayboluyor. Köylerle irtibatı olan
hemşehrilerimiz bu ihtiyacı köy ortamında karşıladıklarından tehlikenin
farkında değiller. İnsan fiziki çevre ilişkisi oldukça zayıflamakta.
Nehri, gölü, ormanı görmeden
beton yığınları içinde ömrünü tamamlayan insan sayısı giderek artmakta.
Çocuklarımız kuş seslerine hasret kalacak. Bir milletin bekası için bu
tehlikeli bir durumdur. Bu ortamlarda ne şair ne yazar ne de düşünür yetişir.
Belki de imar yasalarına şehir yoğunluğunu sınırlayan tedbirler konulması
gerekir.
Okumak ve yazmak konusunda daimi
bir yolcuyum... Bu küçük Anadolu şehrinde birkaç dergiyi defnetmenin hüznünü
yaşıyorum. Bu konuda şehir olarak neden başarısız olduğumuz tercihlerimizde
saklı. Betonla insan arasında bir tercih
yapmalıyız. Ruhumuzu bir şehrin ruhuyla kavuşturmak, susuzluğumuzu o şehrin sularıyla
dindirmek için insanca şeyler düşünmek gerek.
İnsanın nesne değil özne olarak
ele alındığı, bütün işlerin bunun üzerine bina edildiği bir anlayışı hâkim
kılmalıyız. İnsanı yaşat ki devlet yaşasın düsturudur bu. Şehirleri ve dolayısı
ile mekânı sosyal olaylardan bağımsız olarak ele almak büyük bir eksiklik olur.
Nihayetinde şehrin de, mekânın da, medeniyetlerin de ortak öznesi insandır.
Mekânı şereflendiren de… Şöyle denilmiştir: (şereful mekanı bil mekîn)
Mekanların şerefi içindekilerle ölçülür.
İnsanların büyük bölümü
şehirlerde yaşıyor. Ancak birçok insan yaşadığı şehre herhangi bir katkı
sağlamadan geçip gidiyor. Şehrin ruhuna yakın olmayandan şehre katkı beklemek
olmaz. Çünkü şehirler sırlarını herkese açmaz. Bir şehrin dünyasına katılabilmek
için o şehirle bütünleşmek ve o şehrin ruh derinliğine sahip olmak gerekir.
Şehirler tarih boyunca insanın
varlığını anlamlandırdığı ve kendisiyle aidiyet kurduğu mekânlardır. Şehri
bir vücut gibi düşünürsek onun aynı zamanda bir ruhunun varlığını da kabul
etmiş oluruz. Bir şehrin ruhunu anlayabilmek için yapılaşmasına ve yapılaşmasının
oluşturduğu atmosfere bakmak yeterlidir. Modern mimarinin veledi zinası “imaj”,
maalesef binalardan ruhu söküp alarak ruhsuz yerleşkeler oluşturmuştur. Mahalle
ruhunu kaybeden şehirler buna bağlı olarak ruhsuzlaşmışlardır.
Çok dolaştım adım adım
Bu şehrin sokaklarında
Gerçek bir dost bulamadım
Bu şehrin sokaklarında
Binalar var kışlık yazlık
İçleri dolu kurnazlık
Eskiyen pabuca yazık
Bu şehrin sokaklarında
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder