“Değişik Türk lehçelerinde ev,
iv, üw, öy, üy, eb, ep ve öm gibi şekillerde görülen kelimenin sözlük anlamı
“barınak, çadır” olup bazı lehçelerde “kadın” ve “aile” mânalarına da gelir
(Clauson, s. 3-4; Räsänen, s. 34). Anadolu’nun bazı yörelerinde “ev” anlamında
kullanılan dünek/tünek kelimesi ise tüne - mek (gecelemek) fiilinden
türemiştir. Buna benzer bir ilişki Arapça’daki bâte (gecelemek) fiiliyle beyt
(ev) kelimesi arasında görülür; bâte Türkçe’de olduğu gibi “evlenmek, yuva
kurmak” anlamını da taşımaktadır (geniş bilgi için bk. Lane, I, 279-281).
Arapça’da dâr ve mesken kelimeleri de “ev” manasında kullanılır. Ev ismi bir
mimari yapıdan çok içinde insan, aile, hatta hayvan barındıran mekânı ifade
eder; bu basit bir çerge olabileceği gibi bir saray da olabilir.” İslam
Ansiklopedisinin ev maddesinde böyle diyor.
Bu yüzden mahremiyeti esas alan
beyt/ev önemli bir unsurdur. Beyt kelimesi kapalı olan barınak manasına
geliyor. Kapalı bir manayı içeren iki satırlık şiirlere de beyt deniliyor bu
yüzden. Arapçadaki “dar” kelimesi ise kapalı olmayan üstü açık evi anlatıyor.
Kısaca ev kelimesinin etimolojisinde bir mahremiyet var.
Evlerin bir araya gelmesiyle
oluşan birime mahalle diyoruz. Mahalle de mahremiyeti bir şekilde koruyan bir
yapıya sahip. Özellikle doğu toplumlarındaki çıkmaz sokaklar mahalleyi yolgeçen
hanı olmaktan koruyan bir mahremiyet düşüncesiyle dizayn edilmiştir. Modern
kent anlayışı mahalleyi yok etti. Çoğulculuk şehrin tabiatında mündemiç. Modern
kentler istilacıdır. Bu istila bahçelerimizi kat karşılığında elimizden alarak
bize havada bir mekânı satmaktadır. Kapitalizmin ünlü sihirbaz Hudoniye taş
çıkaracak açıkgözlülüğü.
Mahallenin yok oluşu mahalleyi
yaşatan insanın yok oluşudur. Komşuluğun yok oluşudur. Komşunun açlığını
bilmemeyi kendinden olmamakla eş değer gören bir dinin müminlerinin bu günkü
durumu sorgulanmalıdır.
Şehrin sürekli kendini
yenilemesi, şehir hafızasının da yok oluşu anlamına gelir. Modern kent insanı
kanaat diye bir şey bilmez, doymak bilmeyen bir canavar gibidir. Her şeye sahip
olmak ister.
Çok katlı binaların, sitelerin
rezidansların medeniyet olduğu dayatılıyor bize. Hâlbuki biz diğerkâmlıktan,
komşuluktan, yardımdan, selamdan, helalleşmekten bahis açmaya çalışıyoruz.
Birbirine gülümsemenin sadaka olarak kabul edildiği bir medeniyetten söz
ediyoruz.
Çimento fabrikaları adeta
ağaçları, çiçekleri, böcekleri, kuşları değirmenlerinde öğüterek doğal
mekânları beton dikitlere çeviriyor. Evin kültürel değeri yok edilerek ekonomik
değeri öne çıkarılıyor. Kentleşmenin öldürdüğü mahalle olgusu evleri otel
odalarına dönüştürdü.
Titanic armatürü Bruce Ismay
Titanic için “Tanrı bile batıramaz” demişti. İnsanoğlu zaman zaman kibre
kapılıyor. Kibir, Firavunlaşmanın bir diğer adı. Gökdelenleri tekebbürün
tecessüm hali olarak kabul edebiliriz. Babil Kulesi efsanesi bu gün
gökdelenlerle denenmektedir. Hâlbuki kulluk dediğimiz şey haddini bilmektir.
Binaların insansız kalması
ürkütücü bir durumdur. İçerisinde ninelerin masal anlattığı, bebeklerin
ağladığı evler yok. Konutlar gündüzleri sessizdir. Ölü sessizliği hâkimdir
sitelerde. Bunun için hırsızlar buraları mesken edinir. Mahalle yok olalı çeşme
başı muhabbetleri, sokaklarda oynayan çocuklar, az katlı bahçeli evler tarihe
karışmıştır. Öz bir ifadeyle insanlık yok olmuştur. Komşuluk, dostluk, vefa ve
tanış olma uzak iklimlere göç etmiştir.
Artık buralara bizim kültürümüze
ait mahalle demek mümkün değildir. Bu sebeple olacak ki “yerleşke” levhalarıyla
sık sık karşılaşmaktayız.
Mahalle birbirini tanıyan
insanların bir arada yaşadığı mekânlardır. Mahalleli günde beş vakit olmazsa
bile birkaç kez mahalle mescidinde bir araya gelir. Mahallenin berberi,
bakkalı, fırıncısı, boyacısı, kalaycısı, imamı ve bekçisi olur. Mahalleli
birbirine hem kefildir, hem sahiptir. Yerleşkelerde, sitelerde kapı komşusunu
tanımayan sakinler vardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder