Estetik kavramını en basit
şekliyle güzel olanı aramak, güzel olanı fark etmek olarak ifade edebiliriz.
Ancak “güzel olanı”, birbirinden bağımsız birçok öznenin karmaşık bir bütünlük
oluşturduğu şehirlerde nasıl sağlayabiliriz?
Şehir estetiğini oluştururken iki
konuya dikkat etmek gerekir: materyal ve metod. Bu günün şehirlerinde materyal
olarak betonun yoğunlukla kullanıldığını söyleyebiliriz. Metod ise batı
kaynaklı çok katlı bir yapılanmayı çıkarıyor karşımıza.
Osmanlı şehirlerine bakarsak
topografik veriler doğrultusunda organik gelişim gösteren çevresi ile iyi
entegre olmuş, doğa ile bütünleşik, anıtsal yapıları ve külliyeleri ile belli
bir estetiğe ve imaja sahip oldukları görülür. Osmanlılar mevcut dokuya zarar
vermemiş, arazi yapısı, kültür varlıkları, doğal değerleri korumuşlardır.
Mumford şehri, “medeniyetin en
değerli toplumsal icadı” olarak görür. Şehir bir toplum ruhunun elle tutulur
hale gelmiş en güzel örneğidir. Estetiğin daha yoğun olduğu sanat dallarına ilgi
duymayabilirsiniz fakat şehri görmezlikten gelemezsiniz. Çünkü orası hayatın
devam ettiği bir ortamdır. Müziği sevmeyebilir, dinlemeyebiliriz, şiiri
okumayabilir, resme bakmayabiliriz. Fakat bir şehre bakarız, çünkü şehrin
içinde yaşarız.
Bu açıdan bakıldığında şehirler
insanlarını şekillendirir. Şehrin sakinleri biraz şehirlerin ruhunu taşırlar.
Şehirler bir şiir, bir roman, bir müzik, bir resim olarak bize etki eder. Şehir
estetiği insana birebir etki eden, insanın ruhunda tesir meydana getiren bir olgudur.
Şehirlerin doğduğu tabiatın içinde ve onunla birlikte bütünleşik, ahenk içinde
olduğu zaman insanını da kendisine benzetir.
Renk şehir estetiğinin en önemli
öğelerinden biridir. Şehirlerin tarihi dokularını gözlemlerken renk olgusu
sürekliliğin bir yansıması olarak karşımıza çıkar. Şehir estetiği, mimarinin
estetik yoldan üretilmesi, yaşam alanlarının estetik olarak biçimlendirilmesi
ve estetik değer olarak geleceğe aktarılmak felsefesini içinde barındırır. Bir
şehrin estetiği, bir topluluğun içinde barındırdığı kültürel, ruhsal
zenginliğinin en önemli göstergesidir. Renk de bunun önemli parametrelerinden
biridir.
Şehir, doğayla bütünleştiği zaman
ve bu doku tarih ile nesilden nesile aktarıldığı zaman güçlü bir kimlik
kazanır. Yani şehir kendisi olur. Aksi takdirde günümüz şehirleri, siteleri ve
yerleşkeleri gibi birbirlerinin kopyası olmaktan başka bir işe yaramaz. Erkek,
kadın, çocuk, engelli, yabancı, yaşlı, genç herkese açık bir kültür alanı olan
şehir yapay üretilen bir nesne değil; gündelik hayatın doğallığı içerisinde
kendi kendini inşa eden bir yaşam alanıdır.
Estetik anlayıştan uzaklaşan
şehir, kadim birikimini terkederek kentleşir. Sonuç itibariyle estetiğini
kaybeder, çirkinleşir. Böyle bir kentte yaşayan insan da şehrin ruhuna
bürüneceği için insani özelliklerini kaybeder, ahlaki ve estetik niteliğini de
kaybeder. Bu günkü şehirlerimizin temel meselesi budur.
Bir şehri şehir yapan en önemli
faktör zaman içinde geriye doğru giderek köklerimizi her köşesinde bulduğumuz
estetiği derununda saklıyor olmasıdır. Bu sebeple bizim gözümüzü dinlendiren,
ruhumuzu dinlendiren ve ruhumuzu şekillendiren şehirler lazım. Gümüşhane
özelinde baktığımız zaman biz taşınan şehirlerin örneklerinden biriyiz. Kadim
bir şehir yerleşimine sahip olmasak bile kadim bir şehir anlayışının izleri
tarihi fotoğraflara baktığımızda bu günkü Gümüşhane’de görülür. Ancak bizler
çok az olan bu yapıyı da tahrip ederek bir şehir, daha doğrusu bir kent
oluşturma yolunu seçmiş bulunuyoruz.
Şehrin bu günkü yerine taşındığı
yıllardan elimizde kalan ne var. Bir cami, bir çeşme, bir mekân... Elli yıllık
bir çınarımız bile yok. Günübirlik değişen şehir anlayışından ve uygarlığın
safrası kabul edilen beton yığınlarından başka bir görüntü vermeyen bu şehrin
estetik anlayışımıza karşılık gelen bir yanını bulamazsınız.
Estetiğe, özel olarak da şehir
estetiğine ilişkin şunu söyleyebiliriz: Eğer şehir estetiğinden söz ediyorsak
bu öncelikle ortak mekânların oluşumu ile ilişkilidir. Vatandaşın estetik
anlayışı biraz ekonomik göstergelere bağlıdır. Estetiğin temel meselesi kamusal
hayatı arka plana iten, toplumun ve halkın günlük yaşamını göz ardı eden bir
tasarımcı egosu yerine, bizzat hayatın kendisi olarak kabul edilmemesinden
kaynaklanıyor. Bu durum estetikle bir meslek olarak ilgilenen şehir tasarımcılarının
da ciddi bir anlayış değişikliğine gitmelerini zorunlu kılıyor.
Değişik dönemlerde estetik
beğeniler de farklılık gösterebilir. Ancak, farklı zaman kesitlerindeki toplum
yapılarının yarattığı kültürel özellikler ve buna bağlı estetik duygular ile mekân
kalitelerini anlamak bugünün estetik şehrini oluşturmada rehber olacaktır. Bu
açıdan Gümüşhane konakları -ki ne yazık ki bu gün elimizde az sayıda kalmıştır-
incelemeye değer.
Şehir estetiği, mekâna, şehre ve
kamusal alana ilişkin beğeni düzeyinin yükseltilmesi, varlığın estetik yoldan
dizayn edilmesi olarak anlaşılabilir. Esas olan gerçeğin doğal yollardan
biçimlendirilmesi ve dönüştürülmesidir. Toplumların mutlu, keyifli yaşamaları,
görsel açıdan nitelikli, estetik duyguları öne çıkaran işlevsel ve estetik
çevrelerin oluşumu ile mümkündür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder