5 Mart 2017 Pazar

BU ŞEHRİN BİR ÇINARI VAR MI?

Estetik kavramını en basit şekliyle güzel olanı aramak, güzel olanı fark etmek olarak ifade edebiliriz. Ancak “güzel olanı”, birbirinden bağımsız birçok öznenin karmaşık bir bütünlük oluşturduğu şehirlerde nasıl sağlayabiliriz?
Şehir estetiğini oluştururken iki konuya dikkat etmek gerekir: materyal ve metod. Bu günün şehirlerinde materyal olarak betonun yoğunlukla kullanıldığını söyleyebiliriz. Metod ise batı kaynaklı çok katlı bir yapılanmayı çıkarıyor karşımıza.
Osmanlı şehirlerine bakarsak topografik veriler doğrultusunda organik gelişim gösteren çevresi ile iyi entegre olmuş, doğa ile bütünleşik, anıtsal yapıları ve külliyeleri ile belli bir estetiğe ve imaja sahip oldukları görülür. Osmanlılar mevcut dokuya zarar vermemiş, arazi yapısı, kültür varlıkları, doğal değerleri korumuşlardır.
Mumford şehri, “medeniyetin en değerli toplumsal icadı” olarak görür. Şehir bir toplum ruhunun elle tutulur hale gelmiş en güzel örneğidir. Estetiğin daha yoğun olduğu sanat dallarına ilgi duymayabilirsiniz fakat şehri görmezlikten gelemezsiniz. Çünkü orası hayatın devam ettiği bir ortamdır. Müziği sevmeyebilir, dinlemeyebiliriz, şiiri okumayabilir, resme bakmayabiliriz. Fakat bir şehre bakarız, çünkü şehrin içinde yaşarız.
Bu açıdan bakıldığında şehirler insanlarını şekillendirir. Şehrin sakinleri biraz şehirlerin ruhunu taşırlar. Şehirler bir şiir, bir roman, bir müzik, bir resim olarak bize etki eder. Şehir estetiği insana birebir etki eden, insanın ruhunda tesir meydana getiren bir olgudur. Şehirlerin doğduğu tabiatın içinde ve onunla birlikte bütünleşik, ahenk içinde olduğu zaman insanını da kendisine benzetir.
Renk şehir estetiğinin en önemli öğelerinden biridir. Şehirlerin tarihi dokularını gözlemlerken renk olgusu sürekliliğin bir yansıması olarak karşımıza çıkar. Şehir estetiği, mimarinin estetik yoldan üretilmesi, yaşam alanlarının estetik olarak biçimlendirilmesi ve estetik değer olarak geleceğe aktarılmak felsefesini içinde barındırır. Bir şehrin estetiği, bir topluluğun içinde barındırdığı kültürel, ruhsal zenginliğinin en önemli göstergesidir. Renk de bunun önemli parametrelerinden biridir.
Şehir, doğayla bütünleştiği zaman ve bu doku tarih ile nesilden nesile aktarıldığı zaman güçlü bir kimlik kazanır. Yani şehir kendisi olur. Aksi takdirde günümüz şehirleri, siteleri ve yerleşkeleri gibi birbirlerinin kopyası olmaktan başka bir işe yaramaz. Erkek, kadın, çocuk, engelli, yabancı, yaşlı, genç herkese açık bir kültür alanı olan şehir yapay üretilen bir nesne değil; gündelik hayatın doğallığı içerisinde kendi kendini inşa eden bir yaşam alanıdır.
Estetik anlayıştan uzaklaşan şehir, kadim birikimini terkederek kentleşir. Sonuç itibariyle estetiğini kaybeder, çirkinleşir. Böyle bir kentte yaşayan insan da şehrin ruhuna bürüneceği için insani özelliklerini kaybeder, ahlaki ve estetik niteliğini de kaybeder. Bu günkü şehirlerimizin temel meselesi budur.
Bir şehri şehir yapan en önemli faktör zaman içinde geriye doğru giderek köklerimizi her köşesinde bulduğumuz estetiği derununda saklıyor olmasıdır. Bu sebeple bizim gözümüzü dinlendiren, ruhumuzu dinlendiren ve ruhumuzu şekillendiren şehirler lazım. Gümüşhane özelinde baktığımız zaman biz taşınan şehirlerin örneklerinden biriyiz. Kadim bir şehir yerleşimine sahip olmasak bile kadim bir şehir anlayışının izleri tarihi fotoğraflara baktığımızda bu günkü Gümüşhane’de görülür. Ancak bizler çok az olan bu yapıyı da tahrip ederek bir şehir, daha doğrusu bir kent oluşturma yolunu seçmiş bulunuyoruz.
Şehrin bu günkü yerine taşındığı yıllardan elimizde kalan ne var. Bir cami, bir çeşme, bir mekân... Elli yıllık bir çınarımız bile yok. Günübirlik değişen şehir anlayışından ve uygarlığın safrası kabul edilen beton yığınlarından başka bir görüntü vermeyen bu şehrin estetik anlayışımıza karşılık gelen bir yanını bulamazsınız.
Estetiğe, özel olarak da şehir estetiğine ilişkin şunu söyleyebiliriz: Eğer şehir estetiğinden söz ediyorsak bu öncelikle ortak mekânların oluşumu ile ilişkilidir. Vatandaşın estetik anlayışı biraz ekonomik göstergelere bağlıdır. Estetiğin temel meselesi kamusal hayatı arka plana iten, toplumun ve halkın günlük yaşamını göz ardı eden bir tasarımcı egosu yerine, bizzat hayatın kendisi olarak kabul edilmemesinden kaynaklanıyor. Bu durum estetikle bir meslek olarak ilgilenen şehir tasarımcılarının da ciddi bir anlayış değişikliğine gitmelerini zorunlu kılıyor.
Değişik dönemlerde estetik beğeniler de farklılık gösterebilir. Ancak, farklı zaman kesitlerindeki toplum yapılarının yarattığı kültürel özellikler ve buna bağlı estetik duygular ile mekân kalitelerini anlamak bugünün estetik şehrini oluşturmada rehber olacaktır. Bu açıdan Gümüşhane konakları -ki ne yazık ki bu gün elimizde az sayıda kalmıştır- incelemeye değer.

Şehir estetiği, mekâna, şehre ve kamusal alana ilişkin beğeni düzeyinin yükseltilmesi, varlığın estetik yoldan dizayn edilmesi olarak anlaşılabilir. Esas olan gerçeğin doğal yollardan biçimlendirilmesi ve dönüştürülmesidir. Toplumların mutlu, keyifli yaşamaları, görsel açıdan nitelikli, estetik duyguları öne çıkaran işlevsel ve estetik çevrelerin oluşumu ile mümkündür. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder