Estetik kavramı; güzel olanı
aramak, duyumsamak olarak ifade edebiliriz. Estetik kelimesini, birbirinden
bağımsız birçok öznenin karmaşık bir bütünlük oluşturduğu şehirler kelimesiyle
yan yana kullandığımızda nasıl bir şey hayalimizde canlanır. “Şehir” ve
“estetik” kavramlarının çağrıştırdığı şey yaşanabilir ve güzel. Son zamanlarda
sıkça kullandığımız “çarpık kentleşme” ile “şehir estetiği”ni yan yana
kullandığımızda bir problemin varlığından bahsediyoruz.
Çok fazla yurt dışı seyahatim
olmadı fakat şehir estetiğinin dünyanın her yerinde bizdeki gibi kaybolduğunu sanmıyorum.
Televizyonlardan izlediğimiz kadarıyla şehirler geçmişine sahip çıkıyor.
Estetik bir kaygıyla yeni inşa alanları oluşturup şehirlerin tarihi dokusunu
koruyorlar.
Sanat ve estetik sonuçta
duyarlıkla ilgili bir meseledir. Konuyu insan üzerinden değerlendirmek, bu
açıdan estetik kavramına yaklaşmak gerekir. Bir sanat eseri doğrudan insana
hitap eder. Maddeye feda ettiğimiz bu yanımızın köreldiğini söyleyebiliriz. Bu
yüzden kadük kalıyoruz. Varlığın özüne yönelmeyen hiçbir mesaj ya da öğreti
esenlik iddiasında olamaz. Varlığın zirve noktası insan ruhuna dokunmayan
yeni kent anlayışı ruhsuz şehirleri inşa ederken ruhsuz insanlarda
yetiştiriyor.
Müziği duymayabilir, şiiri
okumayabilir, resme bakmayabilirsiniz. Ancak şehrin içinde yaşarsınız. Bu
şehrin estetiği beni ilgilendirmez diyemezsiniz. Şehirler şiirler, destanlar,
resimler, romanlar üretir. Ama aynı zamanda kendileri yaşayan şiirler,
resimler, destanlar, romanlardır. Gümüşhane için niçin şiir yazılmıyor, roman
yazılmıyor, bir film burada niçin çekilmiyor? Çünkü bu şehrin dokusunu
estetikten uzaklaştırıyoruz.
İnsanoğlunun yaşadığı şehir,
kültürel ve manevi zenginliğinin en önemli göstergesidir. Şehir estetiği,
hayatın içinden neşet eder. Ancak son yıllarda şehircilik serüvenimiz böyle bir
kaygımızın olmadığını gösteriyor. Çevreye, doğaya, kültürüne dolayısıyla
kendisine yabancılaşan insanın estetik düşünceye pirim vermesi mümkün değil. O
sadece işe maddi tarafından bakıyor.
Çevre, canlıları etkileyen ve
onlardan etkilenen karşılıklı etkileşimin söz konusu olduğu bir bütünü olarak
ifade edilebilir. Bu cümle üzerinden Yeni kentlerin sokaklarındaki görüntü ve
insan kirliliğini yeniden değerlendirmek lazım. Maalesef yeni inşa edilen
kentlerin estetiğinden medeniyet üretmemiz pek mümkün gözükmüyor.
Sanatı anlamak, estetik düşünce
ve olgunluk seviyesini yaşantıya dönüştürmekle mümkün olacaktır. Kısaca
yanlışın değil; doğrunun, kötülüğün değil; iyiliğin, zulmün değil; adaletin,
çirkinin değil; güzelin yanında olmak...
Sanat eserine güzellik ve anlam
kazandıran ruhtur. Maalesef günümüz insanı büyük ölçüde ruhunu yitirmiştir. Son
derece daralmış iç dünyası ve ıvır zıvırların yüceltildiği dış çevresi ile
modern insan, estetiği doğal olarak sanatı kavrama yeteneğini büyük ölçüde
yitirmiştir. Bunun baş müsebbibi estetik olmayan mekanlardır.
Eserin amacı hatırlayışı, vecd
halini, huşuyu insan ruhunda canlı tutarak insanın iç dünyasını da estetize
etmektir. Son yıllarda dikilen binaların hangisine baktığımızda bu duyguyu
yaşıyoruz. Maalesef estetik olmayan vasatlarda yetişen insanların iç
dünyalarında da estetik bulunmuyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder