1 Mart 2017 Çarşamba

MODERN ÇAĞIN İNSANLARI

Modern zamanlarda insanın en büyük ihtirası, sahip olma, her şeyi ele geçirme, sınırsızca biriktirme arzusu. Bütün bunları daha mutlu, daha müreffeh, daha rahat bir hayat için istiyoruz ama karşımıza çıkan, payımıza düşen refah ya da mutluluk olmuyor nedense.
Sadece ben'imiz ve ten'imiz var. Para ve makam... Zenginlik, hırs, başarı, kariyer, prestij… İnsanlığın en büyük kâbusları. Bir modern paganizmin en rafine putları. Ahlar, günahlar, ayıplar, kayıplar... Hayat var ama hayatta insan yok. Madde var fakat insanlar insanlığından soyunmuş. Hayatın her sahasından insanlık adına ne varsa sürgün etmişiz.
Sahip olduklarımızı kaybetmekten korkuyoruz. Hâlbuki her şeyin asıl sahibini bilenler kaybetmekten korkmazlar. Korkuyoruz kaybetmekten, çünkü her şeyin sahibinin kendimiz olduğunu zannediyoruz. Necip Fazılın dediği gibi: “Güneşi ceketinin astarı içinde kaybetmiş” zavallıları oynuyoruz. Bu sebeple hakikati arama gibi bir derdimiz de yok.
Medyanın küresel ilahları tarafından ayartılmış köleler olarak sefih bir hayat sürüyor âdemoğlu. Anlamın anlamını yitirdiği, değerlerin değersizleştiği, sözün lafa, kelamın söze indirgendiği süfli bir ortama adapte edilmiş insan. Şehevî ve nefsanî arzuların kutsandığı, komşusundan daha doğrusu insanlıktan bi-haber yaşamanın benimsendiği pagan bir hayat. Milyonlarca insan ve milyonlarca amaç ve hiç birisinin ruha dokunan tarafı yok.
Her geçen gün insanlığımızın yerini, içimizden boşanıp giden âdemoğlunun yerini hırsla, ihtirasla programlanmış makineler alıyor. Kesretin, kalabalıklığın, şanın şöhretin şaha kalktığı… “Elhakümü’t-tekasür” buyuruyor hâlbuki Rabbimiz.
Ahseni takvimden, esfeli safiline bir düşüş. İnsan bu derekeye düştüğünü göremeden derece derece yükseldiğini zannediyor. Sanalitenin gözleri kör eden büyüsüne kapılıp gidiyor. Yalnızlığa itilmiş, sürgüne verilmiş bedenin dili bizi aldatıyor. Karanlıklar içinde panik dolu, çaresiz ve savunmasız bir hayat sürüyoruz.
Damarlarında hazzın acısı, bütün iliklerine kadar işliyor hız tutkusu. Tapınaklar inşa ediyor, içindeki fıtratın sesini susturmak için. Çağın insana sunduğu hediyeler ise alevlerle sarıp sarmalanmış. Erdemin tüm intikamını insanın ruhundan alıyor, çarmıha geriyor...
Tanıdık yüzlerden, kimliksiz sokaklardan, kaçıyor insan. Bu yüzden başka başka kentlere gidiyor. Ve gittiği bütün kentlerin yabancısı... İnsanın ruhuna ait bir yurdu olmalı değil mi? Çünkü sunulan, ezberletilen, insanoğluna yetmiyor. İstediğimiz, bu "yaşamak" değil. Bizi büyüleyen, bizi sürükleyen, içimizdeki düşlere dokunan "yaşamak"lar istiyor insan... Ruhumuzu izlediğimiz, kendimiz olduğumuz.
Bir rüyada mıyız, bağırıyoruz sesimiz çıkmıyor, bağırıyoruz kimse duymuyor. Herkes susmuş, herkes sağır. Vurgun yedik, sürgün olduk. Materyalizmin zemheri ayazlarında bütün duygularımız dondu. İnsanlığın sessiz ölümü bu. İnsanlar, her yola başvuruyor insanlığını unutmak için. İnsanlık bileklerini kesip kanatıyor. O yüzdendir kenara itilmişliğinin acısını yalnızca ruhuna yaşatmışlığı…

Şeytan, insanı Allah’ın yolundan saptırmak için and içmiştir. Dedi ki: "Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onlar(ı insanları saptırmak) için mutlaka senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım." 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder