Modern zamanlarda insanın en
büyük ihtirası, sahip olma, her şeyi ele geçirme, sınırsızca biriktirme arzusu.
Bütün bunları daha mutlu, daha müreffeh, daha rahat bir hayat için istiyoruz
ama karşımıza çıkan, payımıza düşen refah ya da mutluluk olmuyor nedense.
Sadece ben'imiz ve ten'imiz var.
Para ve makam... Zenginlik, hırs, başarı, kariyer, prestij… İnsanlığın en büyük
kâbusları. Bir modern paganizmin en rafine putları. Ahlar, günahlar, ayıplar,
kayıplar... Hayat var ama hayatta insan yok. Madde var fakat insanlar
insanlığından soyunmuş. Hayatın her sahasından insanlık adına ne varsa sürgün
etmişiz.
Sahip olduklarımızı kaybetmekten
korkuyoruz. Hâlbuki her şeyin asıl sahibini bilenler kaybetmekten korkmazlar.
Korkuyoruz kaybetmekten, çünkü her şeyin sahibinin kendimiz olduğunu
zannediyoruz. Necip Fazılın dediği gibi: “Güneşi ceketinin astarı içinde
kaybetmiş” zavallıları oynuyoruz. Bu sebeple hakikati arama gibi bir derdimiz
de yok.
Medyanın küresel ilahları
tarafından ayartılmış köleler olarak sefih bir hayat sürüyor âdemoğlu. Anlamın
anlamını yitirdiği, değerlerin değersizleştiği, sözün lafa, kelamın söze
indirgendiği süfli bir ortama adapte edilmiş insan. Şehevî ve nefsanî arzuların
kutsandığı, komşusundan daha doğrusu insanlıktan bi-haber yaşamanın
benimsendiği pagan bir hayat. Milyonlarca insan ve milyonlarca amaç ve hiç
birisinin ruha dokunan tarafı yok.
Her geçen gün insanlığımızın
yerini, içimizden boşanıp giden âdemoğlunun yerini hırsla, ihtirasla
programlanmış makineler alıyor. Kesretin, kalabalıklığın, şanın şöhretin şaha
kalktığı… “Elhakümü’t-tekasür” buyuruyor hâlbuki Rabbimiz.
Ahseni takvimden, esfeli safiline
bir düşüş. İnsan bu derekeye düştüğünü göremeden derece derece yükseldiğini
zannediyor. Sanalitenin gözleri kör eden büyüsüne kapılıp gidiyor. Yalnızlığa
itilmiş, sürgüne verilmiş bedenin dili bizi aldatıyor. Karanlıklar içinde panik
dolu, çaresiz ve savunmasız bir hayat sürüyoruz.
Damarlarında hazzın acısı, bütün
iliklerine kadar işliyor hız tutkusu. Tapınaklar inşa ediyor, içindeki fıtratın
sesini susturmak için. Çağın insana sunduğu hediyeler ise alevlerle sarıp
sarmalanmış. Erdemin tüm intikamını insanın ruhundan alıyor, çarmıha geriyor...
Tanıdık yüzlerden, kimliksiz
sokaklardan, kaçıyor insan. Bu yüzden başka başka kentlere gidiyor. Ve gittiği
bütün kentlerin yabancısı... İnsanın ruhuna ait bir yurdu olmalı değil mi?
Çünkü sunulan, ezberletilen, insanoğluna yetmiyor. İstediğimiz, bu
"yaşamak" değil. Bizi büyüleyen, bizi sürükleyen, içimizdeki düşlere
dokunan "yaşamak"lar istiyor insan... Ruhumuzu izlediğimiz, kendimiz
olduğumuz.
Bir rüyada mıyız, bağırıyoruz
sesimiz çıkmıyor, bağırıyoruz kimse duymuyor. Herkes susmuş, herkes sağır.
Vurgun yedik, sürgün olduk. Materyalizmin zemheri ayazlarında bütün
duygularımız dondu. İnsanlığın sessiz ölümü bu. İnsanlar, her yola başvuruyor
insanlığını unutmak için. İnsanlık bileklerini kesip kanatıyor. O yüzdendir
kenara itilmişliğinin acısını yalnızca ruhuna yaşatmışlığı…
Şeytan, insanı Allah’ın yolundan
saptırmak için and içmiştir. Dedi ki: "Madem öyle, beni azdırdığından
dolayı onlar(ı insanları saptırmak) için mutlaka senin dosdoğru yolunda (pusu
kurup) oturacağım."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder