1 Mart 2017 Çarşamba

ÜMİTVAR OLMAMIZ İÇİN SEBEP

Hayatımıza hükmeden tasavvurun özü; “Kâr ve egemenlik için her şey meşrudur” cümlesinde yatıyor. Değerleri ve ahlakı ekonomi ve iktidara feda eden anlayış… Hâlbuki bizim insani hasletlerimiz vardı bizi biz kılan.
Maddeyi temel ve belirleyici kılan bu anlayışın egemen olmasıyla insani faaliyetler ve insanlar arası ilişkiler farklı bir boyut kazandı. Paran kadar değerin var mantığı bizi insanlığımızdan alıp başka mekânlara yelken açtırıyor.
“Küreselleşme”, denilen olgu bizim değerler silsilemizi altüst ederek bizi daha çok tüketimin, dolayısıyla maddenin kulu yapmaya zorluyor. Bunun için geliştirdiği güç ve tekniklerle en mahrem noktaya kadar her yere önce nüfuz ediyor, sonra tefessüh ettiriyor.
Toplumların nüfusunun çoğunluğunu barındıran şehirler. Şehirlerde bu tür sapmaları görürken bunun kırsal alanlara sıçraması umutlarımızı yok ediyor. Ümitvar olacağımız bir taraf var elbette; insan olarak fıtratımızın bu tür dayatmalara galip geleceğini düşünüyorum.
Şehirlerin insanlar arası ilişkilerin daha yoğun yaşandığı mekânlar olarak yukarıda söylediğim maddileşmeye daha yakın görünüyor. İnsan olarak toplumdaki yerimizi biliyor olmamız bizi diğer canlılardan ayırıyor. Kendi eksiklerimizi tamamlayarak kendimizi geliştirme yolunda katedeceğimiz mesafe de insanı kâmil olma yolundaki yerimizi belirleyecek.
Yeni hayat tarzı; toplumun fertleri arasında dayanışmayı, yardımlaşmayı, selamlaşmayı, dertleşmeyi, yok ediyor, bitiriyor. Herkes gelirine göre kurulan mahalle ve semtlerde daha çok bireyselleşiyor ve bencilleşiyor. Bütün ilişkilerimizi madde üzerine oturtmamıza kapı aralıyor. Daha çok metropol denilen büyük şehirlerde görülen bu hayat tarzı umarım Anadolu insanlarına sirayet etmez.
Var olan değerler erozyona uğrarken; hiçbir ölçü, kaygı ve sorumluluk tanımayan ahlaki yozlaşma inanılmaz bir hızla yayılıyor. Özellikle birbirlerini bir daha görmemek üzere hayat süren kalabalıklar içerisinde bu durum daha yaygın. Bizim şehrimiz gibi herkesin birbirini tanıdığı mekânlarda, umarım bu tür aymazlıklar karşılık bulmaz.
Ekonomik gücü elinde tutanların revaçta olması, toplumda belirleyici rol oynaması ve ekonomik güç için her yolun meşru sayılması servet sahiplerini toplumda imtiyazlı bir konuma çıkarıyor. Adaletsizlik her alanda kol gezdiğinden, haklarına düşeni alamayan güçsüz kesimler bilinçaltında Stokholm sendromuna dönüşüyor.
Toplumun ve şehirlerin ifade etmekte aciz kaldığımız sayısız sorunu bulunuyor. Her geçen gün problemlerimiz artıyor. Ancak ben en büyük problemimizin değerlerimizi kaybetmek olduğunu düşünüyorum. Dış görünüşler ve maddiyat gerçek değerler olmamasına rağmen, öncelikli hale gelmekte.
Asıl değer iman, ihlâs ve takvadadır. Zengini fakirle, güçlüyü güçsüzle, genci yaşlıyla, sağlamı sakatla mukayese dünyevidir. Buralardan değer üretilemez. Müslümanlar olarak bu tuzağa düşersek insani tarafımızdan ödün verirsek insanlık adına alternatifimiz, önerimiz, felsefemiz kadük kalacak.

Her şeyi madde ile değerlendiren kişilerde insanı insan yapan manevi değerlerin, ahlâkî güzelliklerin hayat bulması düşünülemez. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder