Hayatımıza hükmeden tasavvurun
özü; “Kâr ve egemenlik için her şey meşrudur” cümlesinde yatıyor. Değerleri ve
ahlakı ekonomi ve iktidara feda eden anlayış… Hâlbuki bizim insani
hasletlerimiz vardı bizi biz kılan.
Maddeyi temel ve belirleyici
kılan bu anlayışın egemen olmasıyla insani faaliyetler ve insanlar arası
ilişkiler farklı bir boyut kazandı. Paran kadar değerin var mantığı bizi
insanlığımızdan alıp başka mekânlara yelken açtırıyor.
“Küreselleşme”, denilen olgu
bizim değerler silsilemizi altüst ederek bizi daha çok tüketimin, dolayısıyla
maddenin kulu yapmaya zorluyor. Bunun için geliştirdiği güç ve tekniklerle en
mahrem noktaya kadar her yere önce nüfuz ediyor, sonra tefessüh ettiriyor.
Toplumların nüfusunun çoğunluğunu
barındıran şehirler. Şehirlerde bu tür sapmaları görürken bunun kırsal alanlara
sıçraması umutlarımızı yok ediyor. Ümitvar olacağımız bir taraf var elbette;
insan olarak fıtratımızın bu tür dayatmalara galip geleceğini düşünüyorum.
Şehirlerin insanlar arası
ilişkilerin daha yoğun yaşandığı mekânlar olarak yukarıda söylediğim
maddileşmeye daha yakın görünüyor. İnsan olarak toplumdaki yerimizi biliyor
olmamız bizi diğer canlılardan ayırıyor. Kendi eksiklerimizi tamamlayarak
kendimizi geliştirme yolunda katedeceğimiz mesafe de insanı kâmil olma
yolundaki yerimizi belirleyecek.
Yeni hayat tarzı; toplumun
fertleri arasında dayanışmayı, yardımlaşmayı, selamlaşmayı, dertleşmeyi, yok
ediyor, bitiriyor. Herkes gelirine göre kurulan mahalle ve semtlerde daha çok
bireyselleşiyor ve bencilleşiyor. Bütün ilişkilerimizi madde üzerine
oturtmamıza kapı aralıyor. Daha çok metropol denilen büyük şehirlerde görülen
bu hayat tarzı umarım Anadolu insanlarına sirayet etmez.
Var olan değerler erozyona
uğrarken; hiçbir ölçü, kaygı ve sorumluluk tanımayan ahlaki yozlaşma inanılmaz
bir hızla yayılıyor. Özellikle birbirlerini bir daha görmemek üzere hayat süren
kalabalıklar içerisinde bu durum daha yaygın. Bizim şehrimiz gibi herkesin
birbirini tanıdığı mekânlarda, umarım bu tür aymazlıklar karşılık bulmaz.
Ekonomik gücü elinde tutanların
revaçta olması, toplumda belirleyici rol oynaması ve ekonomik güç için her
yolun meşru sayılması servet sahiplerini toplumda imtiyazlı bir konuma
çıkarıyor. Adaletsizlik her alanda kol gezdiğinden, haklarına düşeni alamayan
güçsüz kesimler bilinçaltında Stokholm sendromuna dönüşüyor.
Toplumun ve şehirlerin ifade
etmekte aciz kaldığımız sayısız sorunu bulunuyor. Her geçen gün problemlerimiz
artıyor. Ancak ben en büyük problemimizin değerlerimizi kaybetmek olduğunu
düşünüyorum. Dış görünüşler ve maddiyat gerçek değerler olmamasına rağmen,
öncelikli hale gelmekte.
Asıl değer iman, ihlâs ve
takvadadır. Zengini fakirle, güçlüyü güçsüzle, genci yaşlıyla, sağlamı sakatla
mukayese dünyevidir. Buralardan değer üretilemez. Müslümanlar olarak bu tuzağa
düşersek insani tarafımızdan ödün verirsek insanlık adına alternatifimiz,
önerimiz, felsefemiz kadük kalacak.
Her şeyi madde ile değerlendiren kişilerde
insanı insan yapan manevi değerlerin, ahlâkî güzelliklerin hayat bulması
düşünülemez.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder