Geçmişin “bit pazarı”nda,
nostaljik fantezi peşinde değilim. Realitenin uzağında durup geçmişe övgü
dizmek de değil meramım... Ütopik bir hayal dünyasında yaşamıyorum elbette. Sadece
bir şehrin “hafıza mekânları”nın o şehrin sakinleri üzerindeki psikolojik
etkisini gündeme taşımak isterim. Bir şehrin kimliği açısından, “hafıza
mekânları”nın önemini, bir nebze olsun hissettirmeyi...
“Hafıza Mekânları” tamlaması
Pierre Nora’ya aittir. (Noranın, Places of Memory isimli kitabı Hafıza
Mekânları ismiyle Türkçeye çevrilip, Dost Yayınları tarafından yayınlanmıştır.)
Nora şöyle der: “Tarih nasıl olaylara bağlanıyorsa hafıza da mekânlara
bağlanır.” Şehrin hafızası resmi törenlerin soğukluğu, ya da şatafatından farklı
olarak içten bir bağlılık, bir anının oluşması gibi samimi duygularla oluşur.
Somut karakterdeki mekânın soyut karakterdeki hafızayı beslemesi üzerinden
tesis edilen hafıza mekân ilişkisi belli bir zaman dilimine ihtiyaç duyar. Hafıza, kendini canlı tutmak için mekâna
ihtiyaç duyar. Hafızanın gündelik hayattaki karşılığı ise hatıra olarak kayda
geçer.
İnsanlar zaman ve mekânla
ilişkilerinde kendi konumlandırmalarını iyi bir şekilde yapabilirlerse bir
medeniyet gerçekleştirebilirler. Hafıza mekânı iki tür gerçeklik üzerinden
anlaşılabilir. Bunlardan birisi fiziki gerçeklik, diğeri ise simgesel
gerçeklik. Şehir hafızaları belli mekânlar üzerinden aktarılır. Bu anlamda
müzeler, tarihi binalar, kadim ibadethaneler, konaklar ve simgeleşmiş öğeler
öne çıkar. Buna gelenek haline gelmiş bazı ritüelleri de ekleyebiliriz. Sosyal
yaşantı, mimari üslup, sözcükler, dil, kutlamalar, festivaller…
Gümüşhane’nin modernleşme
öyküsüne bulunduğumuz yerden bakarsak elimizde kalan hafıza mekânlarının
sayısının bir şehrin hafızasının oluşmasına yetmeyecek derecede az olduğunu
söyleyebiliriz. Toplumun hayatıyla bütünleşen, tecrübeleriyle, anılarıyla içselleştirdiği
her mekân ve obje hafızanın oluşmasını sağlar. Gümüşhane bu konuda maalesef
ihanete uğramıştır. Resmi kanallar hafızayı aktarmakta pek cömert sayılmaz.
Hafıza mekânları resmi evrakın dışarıda bıraktığı unsurları hatırlatmaya
yardımcı olur. Aynı zamanda mekânların her insan üzerindeki etkisi farklı
olacağından bu tür yerlerin korunması önem arzeder.
Hafıza mekânlarını yok eden,
gündemimizden çıkaran en önemli faaliyet kentsel dönüşüm adı altında yapılan
çalışmalardır. Bu tür dönüşümler
vasıtasıyla geleneksel formlar bozularak yeni formların içinde yok oldu. Hafıza
mekânların baş düşmanı arasında bu faaliyeti sayabiliriz. İnsanoğlu fıtraten barınma ve yaşama gibi
temel ihtiyaçlarla doğar ve bu ihtiyaçların sonucu olarak kendisinin ibate
edeceği mekânlar oluşturur. Mekân oluşturma mutlaka bir değişimi beraberinde
getirir. Mevcut formları bozma ve onları yeniden gelişen teknolojilere bağlı
olarak inşa etme üzerine kurgulanır. Dolayısıyla insan etkisinde gerçekleşen
dönüşümün bu sebeple hafızayı diri tutma gibi bir kaygusu yoktur. Burada
kamunun tutumu devreye girer. Bu konudaki sorumluluk belediyelere aittir.
Kadim geleneğimizde mekân, kültür
ve medeniyetin nesilden nesile aktarımını sağlayan bir aktör idi. Modern
dünyada mekân ise bireyin zamanını nasıl çalacağı düşünülerek tasarlanan
gösteriş alanlarından oluşuyor. “Kentsel dönüşüm”
kötü mekânları güzelleştirebilir. Bize aktarılan tek gerekçe de bu
gözüküyor. Bu güzelleştirme fikrinden hareketle faydacı şehircilik anlayışı bir
tarafa bırakılarak coğrafyanın dokusuna uygun projeler geliştirilebilir. Site
tabir edilen ve mahdud bir ada içinde yer alan yüksek yoğunluklu gökdelenler,
sokağı ve mahalleyi ortadan kaldırarak hafızayı adeta yok etmiştir.
Tarihe kayıtsız gökdelenlerin ortasında göz boyamak için yapılan
havuzlar ve birkaç metrekarelik yeşil alan, hatırayı muhafaza edemez.
Burada şehir ve kent ayrımı anlam
kazanmış oluyor. Mahalle kültürünün içtimai hayatı belirleyen zamanlardan
ekonominin bütün hayatımızı dizayn ettiği zamanlara eriştik. Evlerinin
saçaklarına “kuş evi” yapan ruh dünyasından yükselmeyi çok katlı apartmanlar ve
gökdelenlerde gören bir anlayış bizi esir aldı. Daha çok kazanma hırsı
mahalleyi, kardeşliği öldürdü. Karunî bir enaniyet maalesef aramızda dolaşıyor.
Sebil, imaret, hamam, kütüphane, medrese, vakıf gibi unsurlar şehirlerimizi
terk etti. Bir şehrin hafızasını da bu tür mekânlar oluşturuyor.
Gümüşhane özeline dönecek
olursak, Gümüşhane’nin hafızasında önemli bir yere sahip olan Gümüşhanevî’nin
doğduğu evin yerine bir külliye yapılması, ders okuduğu caminin çevre
düzenlemesinin yapılması, Sultan Mehmet Reşat tarafından I.Dünya Savaşı
sırasında ilan edilen Cihad-ı Ekber nedeniyle yaptırılan Daltaban
Çeşmesi’nin daha ön plana çıkarılması, Süleymeniye Mahallesinin(Eski Gümüşhane)
alan olarak düzenlenmesi hafıza mekânların oluşması açısından önemli
adımlardır.
Buraya kadar fiziki gerçeklik
üzerinden konuştuk, simgesel gerçeklik konusunda da söylenecek söz vardır
elbette. Toplum hafızası kendiliğinden oluşmaz, bu hafızayı oluşturacak
çalışmalara ihtiyaç vardır. Arşiv bunların başında gelir. Gümüşhane’mizin
hafızasını gelecek nesillere aktaracak bir arşivden yoksunuz. Daha doğru dürüst
bu şehrin tarihi akademik olarak yazılmamıştır. İyi niyetli birkaç ferdi çaba
ise imkânsızlıklar yüzünden ya akamete uğramış ya da istenilen sonucu
vermemiştir.
Geçmişe ait ortak bilgiyi
üretemeyen, ortaya koyamayan şehirlerde hafızadan söz etmek fantezi olacaktır.
Gümüşhane’nin hafızasını barındıracak bir ansiklopedinin bu güne kadar
yapılamaması bu konuda durduğumuz yeri göstermesi bakımından kayda değerdir. Bu
tür çalışmalar yapılırken kamu tarafından desteklenen yetkin bir komisyon
tarafından olması en önemli ön şarttır. Aksi takdirde eksik ve yanlış
bilgilerle dolu bir yığın doküman arzı endam eder.
Her yeni durum ya da hareket
geçmişin içinde büyür. Mekânsal değişmeler içinde aynı gerçeklik söz konusudur.
Toplumlar yer değiştirdiğinde, ihtiyaçlar, bakış açıları değişiyor. Bunun böyle
olması insanla mekân ilişkisinin niteliklerini belirliyor. Ali Coşkun Hirik’in
“Gümüşhaneli Şairlerde Coğrafi İlhamlar” isimli bir çalışmasını hatırlıyorum.
İbnu Haldun’un dediği gibi coğrafi şartlar ve mekânlar insanların karekterleri
üzerinde tesir meydana getiriyor. Genel bir yaklaşımla, yaşadığımız yerle
“kim”liğimiz arasında doğrudan bir ilişkinin varlığından söz edebiliriz. Kimlik
dediğimiz şey ise hafıza olmadan oluşmuyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder