23 Nisan 2017 Pazar

BİLİMPERESTLİK

Akademisyen camiasında çok az kimsenin kendi alanının dışında söz söyleyebilecek yetkinlikte olduğu bilinen bir gerçek. Her sözün bir makamının olduğu gerçeğinin hilafına kendisine uzatılan her mikrofona koşan, bulabildiği her ekranda ilim camiası içerisinde tartışılacak konuları tartışmaya açan, popülerliği hedef edinen bir akademisyen güruhuyla karşı karşıyayız. İlim adına kıyıda köşede kalmış konuları tecessüs ederek ne söylersem meşhur olurum mantığının esir aldığı tipler.
Bizim gibi ülkelerde “bilimsel” kavramının ardına saklanarak kendi düşüncelerini pazarlama gayreti akademisyenlerimizin bir hastalığıdır. Kitabın ortasından söylemek gerekirse “bilimselcilik” bilim yobazlığıdır. İslam âlimlerinin büyük kısmı ilmin kaynağını vahiy, tecrübe ve akıl olarak kabul eder. İlmin gayesi hakikate ulaştırmaktır. Yoksa ilmin kendisi kutsal değildir. İlim hakikate ulaştıracak bir vasıta ise değerlidir. Peygamber (sav)in “Faydasız ilimden Allah’a sığınırım” (Tirmizi, Davat, 68) diye dua etmesi unutulmamalı.
Bilim, müşahede edilebilen olayların, incelenebilen ve ölçülebilen bu olaylar arasındaki ilişkilerin tamamıdır. Bilim burada durmalıdır. 19. yy. pozitivizmi August Comte, Spencer ve J. S. Mill gibi düşünürlerce geliştirilmişti. Bu anlayışa göre bilimsel bilgi mutlak bir mahiyet arzediyordu. Bilimi bir doğma haline getirerek dolayısıyla yeni bir din ihdas etmiş oldular. Bilimsel fikirleri kutsal kılıfına soktular. Aklın ve deneyin dışında hiçbir şeyi (vahiy gibi, sezgi gibi) gündemlerine almadılar. Akademik kanal bilgiye hâkim oldukça bilgiyi elde ettikleri pozitivist ortamın etkisinden kurtulamadılar.
Din, her şeyden önce, insan beyninin ürünü bir sistem değildi. Din Allah tarafından ortaya konulur. Yukarıda söylediğimiz gibi özellikle dini bilginin kaynağı vahiydir. Gerçek anlamda din, vahiy ve peygamberlik temeline dayalı, inanç ve davranış biçimlerini içine alan kurallar manzumesidir. Bu çerçevede din, bir ideoloji olmadığı gibi, deneye konu olan bilimlerin de alanı değildir. Hatta son zamanların moda deyimiyle akıl ve bilim araçlarıyla anlamlandırılacak bir alan da değildir.
İslamı bir müsteşrik edasıyla anlamaya çalışan bazı akademisyenlerin boş bıraktığı hatta hiç görmediği bir alanı farklı yapılar doldurmuştur. Anadolu irfanının doğruyu yanlıştan ayıran gönlüne nüfuz edemeyen akademik camianın elbette ihmali, hatta suçu vardır. Düşünceyi mütefekkirler inşa eder. Bizdeki akademisyenlerin halk ile aynı dili konuşmadığı kesin. Zaman zaman aynı ortak paydada buluşmadığını da gözlemliyoruz. Maalesef çeşitli sebeplerle ilim ehlinin boş bıraktığı alanı farklı ideolojiler doldurarak yozlaşmayı sağlamıştır.
Elbette ki bilim toplumsal gelişme için bir zorunluluktur. Ancak, bilimin değişmeye müsait olduğu unutulmamalıdır. Burada bilimi ve aklı devre dışı bıraktığım düşünülmesin. Bilim ve akıl vahiyle desteklenmediği müddetçe insanları hakikate ulaştıramaz. Bunu söylemeye çalışıyorum. Elbette ki bilimin entelektüel bir yanı bulunmaktadır ve bizi hakikate taşıyacak bir binek olduğu sürece değerlidir. "Sakın ha cahillerden olma." (En'âm, 35) (Burada cahilin alimin zıddı olduğunu bilmem söylemeye gerek var mı?) "Kulları içerisinde Allah'tan ancak âlimler korkar." (Fâtır, 28). "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? "(Zümer, 9) gibi ayetler ilmin değeri konusunda bizi uyarıyor. "İnsanlara iyiliği emreder de, kendinizi unutur musunuz?!" (Bakara, 44) buyurarak ilmin hedefini de bildiriyor.
Hiçbir ilim adamı ve yaptığı yorum ilmin kendisi olamaz. Öyleyse ilim adamı ve yapılan yorum hakikat yerine koyulamaz. Eski âlimlerin “Allahu e’lemu bi muradihi” (Allah ne murad ettiğini en iyi bilendir) şeklinde sözlerini bitirmeleri bir edep numunesidir. Günümüzde benim her söylediğim değişmez hakikattir anlayışının televizyon ekranlarından terennümü bir ilim fetişizminin hatta daha ileri giderek söyleyelim narsizmin yansıması.

Kendilerini halktan soyutlayarak fildişi kulelerde ahkâm kesenlerin bu halk bizi anlamıyor diye söylenmeleri ile bazı mahfillerin “bidon kafalı” benzetmesi arasında hiçbir fark yok. Ruhumuzu şekillendiren Anadolu irfanını görmezden gelen akademisyenlerin halkın dini anlayışını tenkit etmeleri bir nebze olsun anlaşılabilirse de tezyif ve tahkir etmelerinin samimiyetle karşılanmayacağını söylemeliyim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder