Akademisyen camiasında çok az kimsenin
kendi alanının dışında söz söyleyebilecek yetkinlikte olduğu bilinen bir
gerçek. Her sözün bir makamının olduğu gerçeğinin hilafına kendisine uzatılan
her mikrofona koşan, bulabildiği her ekranda ilim camiası içerisinde
tartışılacak konuları tartışmaya açan, popülerliği hedef edinen bir akademisyen
güruhuyla karşı karşıyayız. İlim adına kıyıda köşede kalmış konuları tecessüs
ederek ne söylersem meşhur olurum mantığının esir aldığı tipler.
Bizim gibi ülkelerde “bilimsel”
kavramının ardına saklanarak kendi düşüncelerini pazarlama gayreti
akademisyenlerimizin bir hastalığıdır. Kitabın ortasından söylemek gerekirse “bilimselcilik”
bilim yobazlığıdır. İslam âlimlerinin büyük kısmı ilmin kaynağını vahiy, tecrübe
ve akıl olarak kabul eder. İlmin gayesi hakikate ulaştırmaktır. Yoksa ilmin
kendisi kutsal değildir. İlim hakikate ulaştıracak bir vasıta ise değerlidir.
Peygamber (sav)in “Faydasız ilimden Allah’a sığınırım” (Tirmizi, Davat, 68)
diye dua etmesi unutulmamalı.
Bilim, müşahede edilebilen olayların,
incelenebilen ve ölçülebilen bu olaylar arasındaki ilişkilerin tamamıdır. Bilim
burada durmalıdır. 19. yy. pozitivizmi August Comte, Spencer ve J. S.
Mill gibi düşünürlerce geliştirilmişti. Bu anlayışa göre bilimsel bilgi mutlak
bir mahiyet arzediyordu. Bilimi bir doğma haline getirerek dolayısıyla yeni bir
din ihdas etmiş oldular. Bilimsel fikirleri kutsal kılıfına soktular. Aklın ve
deneyin dışında hiçbir şeyi (vahiy gibi, sezgi gibi) gündemlerine almadılar. Akademik
kanal bilgiye hâkim oldukça bilgiyi elde ettikleri pozitivist ortamın
etkisinden kurtulamadılar.
Din, her şeyden önce, insan beyninin
ürünü bir sistem değildi. Din Allah tarafından ortaya konulur. Yukarıda
söylediğimiz gibi özellikle dini bilginin kaynağı vahiydir. Gerçek
anlamda din, vahiy ve peygamberlik temeline dayalı, inanç ve davranış
biçimlerini içine alan kurallar manzumesidir. Bu çerçevede din, bir
ideoloji olmadığı gibi, deneye konu olan bilimlerin de alanı değildir. Hatta
son zamanların moda deyimiyle akıl ve bilim araçlarıyla anlamlandırılacak bir
alan da değildir.
İslamı bir müsteşrik edasıyla anlamaya
çalışan bazı akademisyenlerin boş bıraktığı hatta hiç görmediği bir alanı farklı
yapılar doldurmuştur. Anadolu irfanının doğruyu yanlıştan ayıran gönlüne nüfuz
edemeyen akademik camianın elbette ihmali, hatta suçu vardır. Düşünceyi
mütefekkirler inşa eder. Bizdeki akademisyenlerin halk ile aynı dili
konuşmadığı kesin. Zaman zaman aynı ortak paydada buluşmadığını da gözlemliyoruz.
Maalesef çeşitli sebeplerle ilim ehlinin boş bıraktığı alanı farklı ideolojiler
doldurarak yozlaşmayı sağlamıştır.
Elbette ki bilim toplumsal gelişme için
bir zorunluluktur. Ancak, bilimin değişmeye müsait olduğu unutulmamalıdır.
Burada bilimi ve aklı devre dışı bıraktığım düşünülmesin. Bilim ve akıl vahiyle
desteklenmediği müddetçe insanları hakikate ulaştıramaz. Bunu söylemeye
çalışıyorum. Elbette ki bilimin entelektüel bir yanı bulunmaktadır ve bizi
hakikate taşıyacak bir binek olduğu sürece değerlidir. "Sakın ha
cahillerden olma." (En'âm, 35) (Burada cahilin alimin zıddı
olduğunu bilmem söylemeye gerek var mı?) "Kulları içerisinde Allah'tan
ancak âlimler korkar." (Fâtır, 28). "Hiç bilenlerle
bilmeyenler bir olur mu? "(Zümer, 9) gibi ayetler ilmin değeri
konusunda bizi uyarıyor. "İnsanlara iyiliği emreder de, kendinizi
unutur musunuz?!" (Bakara, 44) buyurarak ilmin hedefini de
bildiriyor.
Hiçbir ilim adamı ve yaptığı yorum
ilmin kendisi olamaz. Öyleyse ilim adamı ve yapılan yorum hakikat yerine
koyulamaz. Eski âlimlerin “Allahu e’lemu bi muradihi” (Allah ne murad ettiğini
en iyi bilendir) şeklinde sözlerini bitirmeleri bir edep numunesidir. Günümüzde
benim her söylediğim değişmez hakikattir anlayışının televizyon ekranlarından
terennümü bir ilim fetişizminin hatta daha ileri giderek söyleyelim narsizmin
yansıması.
Kendilerini halktan soyutlayarak
fildişi kulelerde ahkâm kesenlerin bu halk bizi anlamıyor diye söylenmeleri ile
bazı mahfillerin “bidon kafalı” benzetmesi arasında hiçbir fark yok. Ruhumuzu
şekillendiren Anadolu irfanını görmezden gelen akademisyenlerin halkın dini
anlayışını tenkit etmeleri bir nebze olsun anlaşılabilirse de tezyif ve tahkir
etmelerinin samimiyetle karşılanmayacağını söylemeliyim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder