Teknolojik gelişmeler geleneksel
otorite ve toplumun meşruiyet kaynaklarının ortadan kalkmasına yol açtı.
Uygarlık diye tabir edilen bu nokta insanı mekanikleştirmiş, makineleştirmiş
hatta metalaştırmıştır. Modernleşme dediğimiz bu süreç toplum nezdinde manevi
olana karşı maddi olanı, adalete karşı menfaati, hakka karşı gücü öncelemekte.
Bu zihniyet değişimi değerler piramidini altüst etmekte.
Bütün bu sayılan değişimin
oluşmasını sağlayan yapıda en büyük pay medya iletişim araçlarına ait. Bu işler
eskiden olduğu gibi, savaşlarla, silah zoruyla, kaba kuvvet kullanarak değil;
teknolojiyi hatta bilimin sosyal psikoloji gibi belirli alanlarını kullanarak
toplumu yeniden inşa etmek gibi bir görev üstlenmiş. Geçmişte toplumu etkileyen
ve yönlendiren odakların erdemli olma durumu değişikliğe uğrayarak toplumu
uçuruma sürükleyen yetki sahtekârlarının eline geçmiştir.
Bu gelişmelerin sosyal zeminini
hazırlayan demokrasi ise “kalitatif” kavramıyla mualleldir. Demokrasi
kantitatif bir açıdan bakarak toplumu değerlendirir. Ortega Y. Gassetin dediği
gibi; “toplumlar iki bileşenden oluşurlar: azınlıklar ve kitleler.”
Demokrasinin temelini oluşturan kitle ise maalesef güruh kavramının içerisinde
değerlendirilmektedir. Artık toplum eskiden olduğu gibi kanaat önderlerinin kontrolünde
değil, güruhun kontrolündedir. Bunu kuru kalabalık kavramıyla açabiliriz.
Bu tür toplumlarda menfaate
(maddeye) toplumsal hayatın bütün alanlarının üzerinde bir değer ve belirleyici
rol atfeden bireyin doyuma ulaşmasını sağlayan şeyler ise haz ve hızdan başkası
değil. Mesela yemek, biyolojik bir ihtiyaç olmaktan çıkarılarak bir tüketim ve
haz aracı haline getirilmiştir. Nefsani meyiller, tensel arzular
normalleştirilerek toplumun toplumdaki gidişin yönünü değiştirmiştir.
İnsanın kendisine seçtiği yeni
motivasyon araçları, içindeki ahlak ve adalet gibi erdemlerin erozyona
uğramasına sebep oldu. Değer yargılarındaki bu değişim “odak değişimleri”ni
beraberinde getirdi. Bu bağlamda toplumda, âlim vasfı erozyona uğrayan
kavramlar arasında kendini buldu. Toplumu sürükleyen kanaat önderleri
değersizleştirilerek toplumun önüne yeni rehberler konuldu. Bu yeni rehberler
ise toplumu ayrıştırdı. İnsanın bireysel davranmasını sağladı. Bireysellik
toplumu ayakta tutan ailenin temellerini dinamitledi. Toplumsal değişmenin sebeplerinden
birisi ise ahlaki norm ve değerlerin geleneksel toplumdan zamanla
uzaklaşan kentsel
aile yapısında zamanla değişmesidir.
Ahlak kuralları bireylerin ve diğer
bireylerle ve toplumla olan ilişkilerini düzenler. Değişen aile yapısı,
değişen toplum içerisinde birey toplumun dümen suyuna gitmek durumundadır. Topluluk
bilinci dediğimiz şey kişilerin bireysel bilinçlerinin dışında kalan düşünme,
davranış ve duyma biçimleridir. İnsan sosyal bir varlık olarak toplumsal
kimlik kazanırlar ve böylece kendileri için önemli olan (otorite sahibi)
başkalarının tutum, değer yargıları ve uydukları ahlak kurallarını kendilerine
mal ederek bunları artık başkalarının değil ama kendi değer sistemlerinin bir
parçası imiş görürler. Değişen toplum bireyi de ister istemez
değiştirir.
Özetle söylemek istediğimiz
şudur: Değişen toplumda değer yargıları da değişmiştir. Artık toplumun değerler
piramidinde ahlak, adalet, hak, hukuk gibi kavramlar üst sıralardan alt
sıralara inmiştir. Fıtrat toplum tarafından bozulmuştur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder