İnsan ruhunun derinliğine bakmaya başladığında
eşya adeta gözünde yok oluyor. Bütün dünyaya bakışı değişiyor. Dünyanın gelip
geçiciliği bir an insanın aklından çıkmıyor. Yunus Emre’nin dörtlüğü bir
serlevha olarak sürekli gözünün önüne geliyor:
Mal sahibi, mülk sahibi,
Hani bunun ilk sahibi?
Mal da yalan, mülk de yalan,
Var biraz da sen oyalan!..
Hani bunun ilk sahibi?
Mal da yalan, mülk de yalan,
Var biraz da sen oyalan!..
Bu durumun hayatın bütün devrelerinde
olmadığını söylemeye bilmem gerek var mı? Eğer öyle bir halet-i ruhiye
içerisinde olsaydık melekler bile bize gıpta ile bakardı. Bu durum geçici
zamanlarda ruhumuzun kendine gelmesi, fabrika ayarlarına dönmesi olarak
yorumlanabilir. Bir cenaze olduğunda, bir yakınımız öldüğünde böyle bir duygu
seli bizi kaplıyor. Sonra? Sonrası malum. Tekrar eski halimize dönüyoruz.
Duygu için TDK şöyle bir tanım yapıyor:
"Belirli nesne, olay veya bireylerin insanın iç dünyasında uyandırdığı
izlenim". Maalesef bu izlenim başka çeldiricilerle farklı yönlere
gidebiliyor. Sahte, içten pazarlıklı ilişkiler, hayatı çirkinleştirmeye
yetiyor. Maddeci olmak, makam ve mevki hırsı, bencillik ayarlarımızı bozuyor.
Manevi yetersizliği maddi şeylerle örtmeye çalışmak insanoğlunun zaaflarından. Zaman
zaman diğer insanları aptal yerine koyarak dünyanın en akıllı insanı olduğumuz
zehabına kapılıyoruz. Karşındakini dolandırmak, aptal yerine koymak uyanıklık
olarak kabul görüyor. Küçümsemek, hor ve hakir görmek, aşağılamak aslında
insani tarafımızı törpüleyen fiiller.
Rahmetli Abdurrahim Karakoç şöyle diyor
bir dörtlükte:
Dünyanın düzeni değişti Hasan
Çalış ver yiyelim sen bak diyorlar
Yiyipte sussalar gam değil ama
Üstelik adama ahmak diyorlar
Başkaları bize ahmak dese de iç
dünyamıza, ruhumuzun derinliklerine baktığımızda dünya hayatının oyun ve
eğlenceden ibaret olduğunu görüyoruz.
Hayat bir evcilik oyunu. Oyuna kendini kaptırdığında zamanın nasıl
geçtiğini fark etmezsin. Bir de bakarsın ki akşam olmuş. Kapanma saati gelen mekânlar
gibi ışıklar tek tek söndüğünde sonun geldiğini anlarsın.
Ömür, bizlere verilmiş bir kredi, her gün bu kredi tükenmekte. Dünya; insanlığımızı
ortaya koyacağımız bir mekan. Yetmez mi? Kısaca hayat, bir seçim. Sen ne
dilersen, o olur. Buna cüz-i irade diyor kelamcılar. Ya insanı kâmil ya da
esfeli safilin. Kâmil insan, dünyanın geçici zevklerine gönül vermeyip müstağnî
bir hayat sürerek başkaları tarafından zemmedilse de aslında herkesin gıpta
ettiği bir mevkide durur.
Şeyh Sâdî Şirazi şöyle der:
“Gönül, celîl olan Allâh’ın nazargâhıdır.”
Bunun bilincinde olan insan, insan-ı kâmildir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder