Eskiden diyeceğim, çok eski
zamanlar anlaşılmasın annem hâlâ böyle söyler. Çevremdeki bir çok kişide aynı
şekilde davranır. Mesela domuz kelimesi ağzından çıkmaz “mundar hayvan” der.
Sanki domuz dediğinde kendisini günah işlemiş gibi düşünür. Asla kanser demez
annem, “kötü hastalık” der geçer. Cin kelimesi hiç kullanılmaz “iyi saatte
olsunlar” denilir. Aynı şekilde şimdilerde duyuyorum cinler için “üç harfliler”
deniliyor. Sanki cin dediğinizde hemen yanınızda belirecekmiş gibi bir
tedirginlik taşıyor insanlar.
Bu durum günlük konuşmalarımızda
da geçerli bir durum. İsmini ağzımıza almak istemediğimiz kimseler vardır. Arkasından
konuşulurken “yüzü olsun, gıybeti olmasın” denilir. Hani sanki ismi yılan gibi,
akrep gibi çağrışım yaptıran insanlar.
Yazarken de bu tür kelimeleri
kullanıp insanların midesini bulandırmamak adına bizde sanat yolunu seçiyoruz.
İma, teşbih, istiare, mecaz gibi sanatları kullanarak tariz (iğneleme, söz
dokundurma) yapıyoruz. Bu yazı böyle devam etsin.
*-*-*-*
Firdevsi kolunun altındaki divân
ile Gazneli’nin huzuruna çıkar. Gazneli 60 deve yükü altın vadeder. Diğer
kıskanç şairler sultanın kulağına fısıldarlar:
“Sultanım, bu nasıl olsa bir
çobandır. Bakır ile altını bile birbirinden ayırt edemez. Onu köyüne yollayın,
ardından da bakır yüklü develeri gönderirsiniz!”
Firdevsi köyüne gönderilmiş, ardından
da bakır yüklü develer… Develer köye vardığında şair hamamda yıkanmaktaymış.
Sultanın kendisini kandırdığını anlayan Firdevsi, sultanın bu “lütfunu” tellağa
bahşiş bırakır! Şairin sultana ettiği “hakaret” muhteşemdir! (Bkz. Hakikat
Bilgisi, Hücviri, Dergâh Yay.)
*-*-*-*-*
Hafız-ı Şirazî bir kitap
yazdığında devrin hükümdarı: “Kitabının başında beni methet” demiş. Hafız-ı
Şirazî: “Ben senin gibi zalimi methetmem.” diye karşılık verince: Hükümdar
Hafız-ı Şirazî’yi zindana attırmış. Hafız-ı Şirazî zindanda her ikindiden sonra
mahkûmlara sohbetler edermiş. Mahkûmlardan birisinin her sohbette ağlaması,
Hafız-ı Şirazî’nin dikkatini çekmiş. Bir gün o adama:
“Yahu seni ağlatan nedir? Allah
korkusu mu? Yoksa Allah sevgisi mi? Kul hakkı mı? Yoksa günahlarının
çokluğu mu? diye sorunca, Adam: “Benim bir keçim vardı. Senin
sakalın aynen onun sakalına benziyor. Seni görünce onu hatırlıyor ve kendimi
tutamayıp, ağlıyorum” diye cevap vermiş.
*-*-*-*-*
Şair Karamanlı Nizami, bir gece
Karamanoğlu Mehmed Bey’in işret meclisinde bulunur ve bey hakkında yazdığı
kasideyi okur. Mehmed Bey caize olmak üzere “falan ve filan köylerin mahsulünü
bağışladım, yarın bana hatırlat, fermanını vereyim” der. Sabah olunca Nizâmî
huzura girer, vaadini hatırlatır. Mehmed Bey, “Ben, akşam aklım başımda
olmayarak, sarhoşlukla bir halt etmişim” deyince, şair: “şahım asıl haltı şimdi
ettiniz cevabını verir.” (Bkz. Ahmet Talat Onay, Eski Türk Edebiyatında
Mazmunlar ve İzahı, (Haz.: Cemal Kurnaz), Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları,
Ankara 1993, s. 243),
Bu durum divan şiirine sözünde
durmamak anlamında Karaman bahşişi deyimiyle geçer.
Hep Karaman bahşişidür rûzigârun virdügi
Hâzır ol kim virdügin senden gerü devrân alur. (Necâtî)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder