17 Aralık 2018 Pazartesi

ÜÇ HARFLİLER


Eskiden diyeceğim, çok eski zamanlar anlaşılmasın annem hâlâ böyle söyler. Çevremdeki bir çok kişide aynı şekilde davranır. Mesela domuz kelimesi ağzından çıkmaz “mundar hayvan” der. Sanki domuz dediğinde kendisini günah işlemiş gibi düşünür. Asla kanser demez annem, “kötü hastalık” der geçer. Cin kelimesi hiç kullanılmaz “iyi saatte olsunlar” denilir. Aynı şekilde şimdilerde duyuyorum cinler için “üç harfliler” deniliyor. Sanki cin dediğinizde hemen yanınızda belirecekmiş gibi bir tedirginlik taşıyor insanlar.  
Bu durum günlük konuşmalarımızda da geçerli bir durum. İsmini ağzımıza almak istemediğimiz kimseler vardır. Arkasından konuşulurken “yüzü olsun, gıybeti olmasın” denilir. Hani sanki ismi yılan gibi, akrep gibi çağrışım yaptıran insanlar.
Yazarken de bu tür kelimeleri kullanıp insanların midesini bulandırmamak adına bizde sanat yolunu seçiyoruz. İma, teşbih, istiare, mecaz gibi sanatları kullanarak tariz (iğneleme, söz dokundurma) yapıyoruz. Bu yazı böyle devam etsin.
*-*-*-*
Firdevsi kolunun altındaki divân ile Gazneli’nin huzuruna çıkar. Gazneli 60 deve yükü altın vadeder. Diğer kıskanç şairler sultanın kulağına fısıldarlar:
“Sultanım, bu nasıl olsa bir çobandır. Bakır ile altını bile birbirinden ayırt edemez. Onu köyüne yollayın, ardından da bakır yüklü develeri gönderirsiniz!”
Firdevsi köyüne gönderilmiş, ardından da bakır yüklü develer… Develer köye vardığında şair hamamda yıkanmaktaymış. Sultanın kendisini kandırdığını anlayan Firdevsi, sultanın bu “lütfunu” tellağa bahşiş bırakır! Şairin sultana ettiği “hakaret” muhteşemdir! (Bkz. Hakikat Bilgisi, Hücviri, Dergâh Yay.)
*-*-*-*-*
Hafız-ı Şirazî bir kitap yazdığında devrin hükümdarı: “Kitabının başında beni methet” demiş. Hafız-ı Şirazî: “Ben senin gibi zalimi methetmem.” diye karşılık verince: Hükümdar Hafız-ı Şirazî’yi zindana attırmış. Hafız-ı Şirazî zindanda her ikindiden sonra mahkûmlara sohbetler edermiş. Mahkûmlardan birisinin her sohbette ağlaması, Hafız-ı Şirazî’nin dikkatini çekmiş. Bir gün o adama:
“Yahu seni ağlatan nedir? Allah korkusu mu? Yoksa Allah sevgisi mi?  Kul hakkı mı? Yoksa günahlarının çokluğu mu?  diye sorunca, Adam:  “Benim bir keçim vardı. Senin sakalın aynen onun sakalına benziyor. Seni görünce onu hatırlıyor ve kendimi tutamayıp, ağlıyorum” diye cevap vermiş.
*-*-*-*-*
Şair Karamanlı Nizami, bir gece Karamanoğlu Mehmed Bey’in işret meclisinde bulunur ve bey hakkında yazdığı kasideyi okur. Mehmed Bey caize olmak üzere “falan ve filan köylerin mahsulünü bağışladım, yarın bana hatırlat, fermanını vereyim” der. Sabah olunca Nizâmî huzura girer, vaadini hatırlatır. Mehmed Bey, “Ben, akşam aklım başımda olmayarak, sarhoşlukla bir halt etmişim” deyince, şair: “şahım asıl haltı şimdi ettiniz cevabını verir.” (Bkz. Ahmet Talat Onay, Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar ve İzahı, (Haz.: Cemal Kurnaz), Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1993, s. 243),
Bu durum divan şiirine sözünde durmamak anlamında Karaman bahşişi deyimiyle geçer.
Hep Karaman bahşişidür rûzigârun virdügi
Hâzır ol kim virdügin senden gerü devrân alur. (Necâtî)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder