Yazıp yazmama konusunda oldukça tereddütlüyüm. Adem (as) dan bu güne yazının değerinin bu kadar düştüğü görülmemiştir. Kadim dönemlerde yazının ve yazıcının bir kıymeti vardı. Günümüzde yazı tüketilen bir meta haline geldi. Yazdıklarımdan hâsıl olan netice nedir? Diye uzun uzun düşündüm. Emin değilim. Ancak yazmak, dilin filizlenme noktasıdır. Madem elimiz kalem tutuyor, yazalım. Kalemin zekâtı yazmak. Bir vecibe mi? Bunu niyetimiz belirleyecek. Ameller niyetlere göre…
Yazı, kalıcı
işaretlerden oluşan bir kayıt; zamana, unutmaya, hatalara, yalana karşı zafer
kazanmayı amaçlar. Bu yüzden yazdıklarımızın şahidimiz olmasını umabiliriz.
Yazdıklarımız bizi bağlar elbette. Aksine davrandığımızda önümüze konacak
argümanları da okuyucuya veya üçüncü şahıslara vermiş oluyoruz yazı yazarak.
Yazarak tarihe not düşme görevimizi yerine getirmiş oluyoruz hani. "İyilik
yap denize at; balık bilmezse de Halik (yaratıcı) bilir," denilmiştir. Biz
de yazıyoruz hiç kimse okuyor olmasa da tarihin sayfalarında arşivlenmesi
yeterlidir. Yazı, aktarmaya yarar. Bu açıdan, yazının, zaman zaman (yoksa her
zaman mı?), kendisine emanet edilenleri saklama işlevi de yüklenmiş olduğunu
kabul etmek zorundayız.
Bütün bu
zorluklara rağmen psikolojik olarak beni rahatlatan bir yanı var yazmanın.
Doyuma ulaştıran bir uygulama; bedenin hem psişik hem de organik
derinliklerine, sanatın en ince ve en mutluluk dolu üretimlerine dokunuyor, yazı
yazmanın verdiği haz. Sanki her şey bu doyumdan ve bir anlık coşkudan ve sürüklenmeden
ibaretmiş gibi.
Yazı,
ses çıkarma eyleminin aksine, elle gerçekleştirilen bir eylem. Ama bazen sesinizin
yankısının uzaklardan veya yılların ötesinden geldiği tecrübelerle sabit. Lübnanlı
şair Mihail Nuayme şöyle der: Ne
acaip iş! Kalbimi kâğıtlara ekiyorum; insanların kalbinde büyüyor. İşin zorluğunu da Mihail Nuayme’ye söyletelim:
“Kalemimi yonttukça o da beni
yonttu."
Yazdıklarımız
"kâğıdın ötesine" geçerek, estetik, dilsel, toplumsal ve metafizik
değerlerin okuyucuya aktarıldığı soylu bir anlatım biçimidir. Gazete gibi
günübirlik tüketilen bir ortamda yazmanın böyle bir paradoksal tarafı var.
Ancak yazılanların bir kişiye bile ulaşması maksadın hâsıl olması açısından
önemlidir. Bu açıdan yazmayı lüzumlu görüyorum.
İrlandalı
yazar Bernard Shaw gazetede yazma sebebini şöyle açıklıyor: "Görüşlerimi
paylaşabilecek kadar aklı gelişmiş ve öğrenim görmüş kişiler için değil, Hearst
basını okuyucularını sarsmak ve uyandırmak için yazıyorum ben." Ehli kalem
olarak yazmak gibi bir sorumluluğumuz var. Çünkü; “Yalnız yaptıklarımızdan
değil, yapmadıklarımızdan da sorumluyuz.” diyor Moliere.
Sonuç
olarak yazıyor olmamız sorumluluk gereği; açıkça belirtmek gerekir ki yazdıklarımız
dar bir bilimsellik ve cılız bir metafizik arasında salınıp duruyor. Bir köşe
yazısından beklenen bundan fazla olmamalı zaten. Şu kadarını söyleyebiliriz ki
şükür; elinde olanın cinsinden vermektir. Bizim elimizden de bu geliyor işin
nihayetinde.
Vira
Bismillah…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder