Ortaokullu yıllarımızda Gümüşhane’de iki sinema salonu vardı. Bunlardan birisi bu günkü AKM’nin yerinde ismi Renk Sineması, diğeri İmam-Hatip Lisesinin binasında (bu gün pazaryeri olarak kullanılan alan) Şehir Sineması. O dönemde öğrencilerin sinemaya gitmesi nadirattandı. Öğretmenler sık sık sinema salonlarını denetler sinemaya giden öğrenciler kendilerini idarede bulurdu. Ayrıca aileler, çocuklara, sinemaya gitmemek konusunda baskı yaparlardı. Benim sinemaya gitmeme sebebim aile baskısından kaynaklanıyordu. Muhtemelen gitmek istesek para imkânı bulabilirdik. Ancak sinemaya karşı tutucu bir davranış içinde olan çevre baskısı o kadar yoğundu ki buna imkân bulamıyorduk.
Biz
sinemaya gidemeyen çocuklar, sinemanın o büyülü dünyasını daha çok
arkadaşlarımızdan dinlerdik. O arkadaşlar ilkokulu şehirde okumanın verdiği
rahat tavırlarla bizim birkaç tık önümüzde davranış sergilerlerdi. Cüneyt
Arkın, Kartal Tibet, Yılmaz Güney, Fatma Girik, Hülya Koçyiğit gibi isimleri bu
arkadaşlarımızdan duyardık. Sinemaya giden arkadaşlarımızı heyecanla dinler
filimler hakkında bilgi edinirdik. Arkadaşlarımız filmden bazı sahneleri
anlatır, dövüş sahnelerini uygulamalı olarak bize gösterir, başrol oyuncusunun
neler yaptığını bizlere aktarırdı. Tabii arkasından şu cümleyi eklemeyi ihmal
etmezlerdi: ‘filim icabı.’ Dayak yenilmişse filim icabı, yani şakacıktan, ölüm
olmuşsa filim icabı…
Şehirde
birkaç yılımız geçince şehrin hinliklerini cinliklerini kendi çapımızda
öğrendik tabii. Zaman zaman sinemaya kaçtığımız günleri hatırlarım. Sinemanın
atmosferinde nasıl üzülüp, sevindiğimizi, sık sık kararan perdenin ardından
kopan ıslık tufanlarını, aktörlerin yanlış yaptıklarında nasıl yuhalandıklarını
gün gibi hatırlarım. Sinemadan çıkarken tanıdık birisi ya da öğretmenlerimizden
birisi görmesin diye nasıl kendimizi gizlediğimizi, büyükleri kendimize siper
ettiğimizi hiç unutmam.
Sonra
aradan yıllar geçti hayatı tanıdık, hayatın bir film sahnesi olduğunu
anladığımızda çevremizdeki davranışların çoğunun ‘filim icabı’ olduğunu gördük,
öğrendik. Günümüzde film icabı yaşayan; yani rol kesen bir güruh ile karşı
karşıyayız. Toplumun çok film seyrettiğinden midir, nedir? Herkes rol yapmayı o
kadar iyi beceriyor ki… Değme artistlere taş çıkartacak nitelikte.
Yalan
söylerken bir insanın yüzü nasıl kızarmaz. Yalan söylediği bilinen bir kişi
utanmadan nasıl toplum içine çıkar. Dolandırıcılık yapan bir adam toplumda
nasıl itibar görür. Fahiş fiyat uygulayan tüccar, işini doğru yapmayan memur,
rüşvet alan kimse, verdiği sözde durmayan kişi… bütün bunlar rollerini o kadar
hakkıyla yapıyorlar ki. Konuştuklarında dünyanın en dürüst kişisiyle karşı karşıya
olduğunuzu düşünürsünüz. Sosyal medyada paylaşılanlara bakınız. Zaman zaman
Farabi’nin el-Medinet’ül Fazıla’sında (erdemliler şehri) yaşadığımı
düşünüyorum. Medinet’ül Fazıla’nın kemteri.
Kal
(söz) önemli değil, hal (davranış) önemlidir demiş eskiler. Ancak sözlerimize
yalan, halimize rol karıştı. Artık film icabı olan davranışları sergiliyoruz
toplum olarak. Bu toplumun bir üyesi olarak ben de bu anlattıklarımdan hali
değilim elbet. Çünkü insanın en büyük şekillendiricilerinden birisi de
toplumdur.
Çocukluk
yıllarımızdan, ileri yaşlı yıllarımıza geldiğimizde yaşadığımız değişim bu.
Hayatın takvim yaprakları güz mevsimini yaşarken söyleyeceğimiz bir tek şey
kalıyor geriye. Onu da çocukluk arkadaşlarımızın ağzından tekrar edelim: THE
END, yani bitti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder