Değer verdiğiniz şeyler aslında sizin değerinizi belirler. Neyin değerli neyin değerli olmadığı değerimizin olup olmaması kadar önemlidir.
Kelimeler,
derin iç düşüncelerin kendilerinde bıraktığı korkunç kesafeti, ancak çok
dikkatli bir tetkik neticesinde açığa vururlar; kelimelerin yüreğimin yükünü
taşıyamadığını düşünürüm hep.
Mehmet
Akif Ersoy’da aynı şeyden şikâyetçi:
Ağlarım,
ağlatamam; hissederim, söyleyemem;
Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bîzârım!
Kelimeler
ne pitoresk, ne de doğrudan doğruya dokunaklı oluşları ile değil, kendisine
yüklenen anlamlar sayesinde değer kazanır. Yazıyı üstünkörü okuyan okuyucu
yazının derinliğinden bir şey anlamaz. Onun için yazı beyaz üzerinde biraz
siyah lekeden başka bir şey değildir.
Yaygın
söylem şudur: “her şey söylenmiş” dir.
Böyle olunca binlerce yıldan fazla bir zamandır yaşayan ve düşünen insanlardan
sonra dünyaya gelmekte geç kalmış oluyoruz. Renan der ki: “Hür olarak
düşünebilmek için yazılan şeyin bir sonuca varmayacağından emin olmak
lâzımdır.”
Günümüzde
yazdıklarının değerine güvenen yazar az bulunur. Edebiyatın haysiyetini
koruyarak yazmak kolay bir iş değildir. Ancak Renan gibi bir sonuca
varmayacağını da bilerek yazmak en iyisi. Birde bizden akıldanelik beklemeyin.
Kimseye verecek aklımız yok. Ayrıca bizim başkalarından akıllı olduğumuza kim
karar veriyor ki. Bu yüzden önemsiz şeyler yazıyorum:
Mesela
bu sezon hangi takımın şampiyon olacağı bir kardelenin açması kadar önemli
değildir benim için. Borsanın yükselmesi ve alçalması bir kelebek kadar çekmez
ilgimi. Yuro dolar paritesi ilgilendirmez beni bir gülün kokusu kadar. Beş
yıldızlı bir otelde yatmaktansa bir gürgen ağacının altına uzanıp yaprakların
arasından göğün maviliğini seyretmek daha haz vericidir benim için…
Sanayi
endeksi bir kasımpatının açmasından daha ilginç gelmez bana. İsten simsiyah
olmuş, katranlanmış bir demlikten dağlara bakarak çay içmek bana zevk verdiği
kadar en lüks mekanlarda kapiçino içmek zevk vermez.
Bilmem
hangi televizyonun ekran yüzüyle oturup anlı şanlı laflar etmektense dağ
başında bir çobanla oturup iki lafın belini kırmayı yeğlerim. Boğazdaki yalıya
dağdaki bir kulübeyi tercih ederim. Kısaca çılgın modernliğe, huzurlu ilkelliği
tercih ederim.
Bu
sebeple önemsiz şeyler yazıyorum.
Aslında
ilkellik denilen şeyin huzura tekabül ettiğini düşünüyorum bile.