İnsan zaman zaman usanç duyuyor, yaptığı işten
bıkkınlık geliyor. Belki bir çok yazan kimse de aynı duyguları yaşıyordur.
Yazmak içimden gelmiyor. Bunun sebebi üzerine düşündüm. Sözlerin tesirsiz
oluşunun insanda tükenmişlik oluşturduğuna kanaat getirdim. Söz muhatapta bir
tesir meydana getiriyorsa bir anlamı vardır. Yoksa lafü güzaftan öteye geçmez.
Boş lakırdı sahibine yük değil midir?
Bir yazarın yazmak istememesi toplumsal tükenmişliğin
tercümesinden başka ne olabilir ki? Bu duyguyu mesleğimde de yaşamaya başladım.
Bunu meslekte geçen uzun süreye bağladım. Bu keyifsizlik ve de isteksizlik
toplumu gözlemlemek zorunda olan köşe yazarında olunca başka bir sebep arama
gereği duydum.
Bir köşe yazarının muhatabı kimdir? Okumasını bilen
bütün toplumdur. Peki muhataba ulaşma ve muhatapta eyleme dönük enerji
oluşturma konusunda başarılı mıyız? Cevabım tabiî ki olumsuz. Yazarın gayesi
bir şeyleri sihirli bir değnekle değiştirmek değil elbette. Yanlış giden
yerlerin altını çizmek, okuyucunun çarpan kalbi, atan nabzı olabilmektir.
Uzun süredir mahalli ve ulusal basında yazı yazan
birisi olarak yazmak konusunda tembel davranıyorsak motivasyonumuzu olumsuz
etkileyen bir gidişat var demek ki. Yazılan bunca yazıya rağmen bir arpa boyu
yol almamak yazar için bir tür yenilgi olsa gerektir.
Toplumumuzda hariçten gazel okumak diye bir deyim var.
Muhatap bulamadığınız zamanlarda mı söylenir bu söz yoksa boş konuşmalarda mı
karar veremedim. Bir sürücü metaforuyla durumu aktarmak daha anlaşılır olacak
galiba. Toplum, direksiyon hâkimiyeti olmayan bir şoförmüş de siz köşe yazarı
onun yanında sürekli uyarı yapan, şoförü ikaz eden ve arada bir müdahale eden
yolcuymuş gibi hissediyorsunuz kendinizi. Şoförün sizi dikkate almadığında
doğacak sonucu kestirmek zor değil.
“Ayağınıza batan dikenler ya ektikleriniz ya da
temizlemediklerinizdir” diye bir cümleyle karşılaşmıştım sosyal medyada. Eğitim
işiyle uğraşan birisine söylenmesi gereken en güzel cümle. Ancak Mevlana’ya
atfedilen bir cümle daha var. “Ayağına batan dikenler aradığın gülün habercisidir.”
Nebevi ikaz şöyledir: "Sizden her kim bir kötülük
görürse, eğer gücü yetiyorsa eliyle düzeltsin. Yetmezse, diliyle düzeltsin. Onu
da yapamazsa, hiç olmazsa kalbiyle buğz etsin. Fakat bu, imanın en zayıf
mertebesidir." (Tirmizi, Fiten, 11; İbnu Mace, Fiten, 20; Ebu Davud,
Salat, 242) Hadîs-i şerîfte geçen "İman Zaafiyeti" bir kötülükle karşılaşan bir müminin yapması lâzım gelen asgari tepkiyi
ifade ediyor sanırım.
Elimizle toplumdaki yanlışları düzeltme imkânımızın
olmadığını bilmeyen okuyucumuz yoktur. Canımızı sıkan şey yazmamızı
engelliyorsa, geriye bir seçenek kalıyor: Kalben buğz etmek. İşte o tepkiye iyi
ki kimse müdahale edemiyor.