İnsan
benliğini meydana getiren maddi ve manevi unsurlar, aile ve sosyal çevre ile
bütünleşerek kuvvetlenir. İbnu Haldun, coğrafyanın ve sosyal çevrenin insan
benliği üzerindeki tesirinden bahseder. İnsan benliğini tamamen toplum
oluşturmaz. Bu yüzden topluma mahkum olmak da, topluma düşman olup onu tamamen
yok saymak da şahsiyet bozukluğunun ifadesidir. Ahlak öğrenilerek kazanılır. Bu
öğrenme sürecinin de mutlaka insan üzerinde tesiri vardır.
Bu
girişten sonra yukarıdaki başlığa bir açıklama getirmek durumundayız. Köylü
kafası derken bir sosyolojik tespit yapmaya çalışıyoruz. Yoksa bir insanı
yaşadığı çevreden dolayı suçlu ilan etmek gibi bir niyet taşımıyoruz. Zaten
hepimiz bir şekilde köylerle bağlantısı olan insanlarız.
Köy
yerleşimi kapalı bir toplum olup dış dünyayla ilişkileri sınırlı bir yerleşimi
ifade ediyor. Dış dünyayla olan sınırlı bağlantı köy toplumunu daha içe dönük
hale getiriyor. Bu toplumlarda yardımlaşma, özveri, diğerkâm olmak öne çıkıyor.
Bunlar elbette insanlık için önemli kriterler.
İnsanın
ferdi vicdanı ile toplum vicdanı arasındaki fark bir noktada şahsiyetimizi
yansıtır. Vicdan dediğimiz şey duygulardan ibarettir. Vicdan insan
davranışlarını iyi ve kötü yargılarına göre değerlendiren bir kabiliyettir. İyi,
kötü yargıları ahlaki yargılardır. Bunların değer olarak kişiliği etkilemesi
ise toplumun birey üzerindeki tesiriyle meydana gelir. Yukarıda söylediğimiz
iyi özelliklerin yanında küçük çevrelerde yaşayan insanlarda görülen bazı
özellikler vardır ki bunlar toplum hayatında insan için eksiklik olarak kabul
edilmelidir.
Köylü
kafası sadece geçim derdinde olacağından sanata dair hiçbir fikri yoktur. Köylü
kafası bencildir. Kendisinden başkasını düşünmez. Toplumsal alana dair, kamuya
dair fikir serdetmez. Böyle bir düşünceye sahip olmaz. Bu durum, yukarıda da
söylediğimiz gibi köylülük bir yaşayış biçimidir ve bulunduğu ortam için
geçerli mazeret ve sebepleri vardır. Ancak köylü kafasını şehirde yürütmeye
kalkarsanız yanlış burada başlar.
Şehirde
inek beslemek böyle bir kafanın kabul edebileceği bir gerçekliktir. Balkondan
sofra bezini kaldırıma veya caddeye silkelemek böyle kafaların yapabileceği
iştir. Sinyalsiz araba kullanmak böyle bir kafanın eylemidir. Kamuya ait
alanları pisletirken kendi evini temiz tutmak alışkanlığı böyle kafaların işidir.
Sokağa tükürmek, sokakta küfürlü konuşmak… Bunlardan daha kötüsü ise köylü
kafasıyla şehirleri yönetmek ve tasarıma çalışmaktır. Bu tür fiilleri
istediğiniz kadar artırabilirsiniz.
Türkiye
sosyolojisinde şehirlerin büyük çoğunluğu göç alarak oluşturulur. Bu gün
Türkiye’deki şehirlerin hemen hepsi köyden, kırsal alandan hızlı ve yoğun bir
şekilde göç alarak genişlemekte ve gelişmekte. Bu hızlı gelişim ister istemez
yukarıda saydığımız olumsuzlukları da beraberinde getirmektedir.
Yapılacak
iş şehre gelen insanları topluma adapte etmektir. Belediyelerin, yerel
yönetimlerin yapacağı en önemli iş ise bu adaptasyonu sağlamaktır. Köylü kalmak
bir problem olarak devam ettiği müddetçe şehirlerimizde gereken değişim
oluşmayacaktır. Şehirlerimiz büyük köyler olarak kalmaya devam edecektir.